Doğal yapı malzemelerini ne kadar biliyoruz? Mimarlık okullarından mezun olurken doğal malzeme ile ilgili uygulamaları öğrenebiliyor muyuz? Bu sorunun cevabı biraz muğlak. Gerek yaşadığımız küresel değişiklikler gerekse hazır ürünün geleceğe bıraktığı olumsuz izler, son zamanlarda mimarlık alanında üzerinde az durduğumuz malzeme konusunun önemini artırdı. Doğal malzeme ile uğraşan, üreten, gerektiğinde elleri ile sıvayan toprak üreticisi mimarlar Can Cumalı ve Çağlar İşbilir ile toprak üzerine konuştuk.
Heval
Zeliha Yüksel: Sizi tanıyarak başlayabilir miyiz?
Can
Cumalı: Yeditepe Üniversitesi Mimarlık Bölümü mezunuyum. 2015
yılında mezun oldum. Mezun olduğumdan beri doğal yapı uygulamalarının
içindeyim. İlk 3-4 yılımı başta Obaruhu
topluluğu olmak üzere birçok doğal yapı uygulamacısı/ mimar ile birlikte
üreterek, farklı yaklaşımları ve teknikleri öğrenek geçirdim. Bu farklılıkları
gördükten sonra yavaş yavaş kendi yaklaşımımı da keşfetmek istediğim bir sürece
girdim. Bu süreçle birlikte son bir senedir de Çağlar ile beraber kendi dilimizi
yaratmaya / bulmaya çalıştığımız “Mono” projesi üzerine odaklanmış durumdayım.
Çağlar
İşbilir: Çağlar İşbilir’i doğal olanın güzelliğini tasarımın öznesi
haline getirmek isteyen bir toprak üreticisi/ mimar olarak tanımlayabilirim. Tasarım
disiplininden gelen biri olarak toprakla vakit geçirmekten ve elleri ile
üretmekten hoşlanan biriyim. Beş yıldan fazla bir süredir meslek ve sosyal
hayatımın bir parçası olarak toprak ile üretimler gerçekleştiriyorum. Öğrenen
ve öğreten yanlarımı canlı tutmayı önemsiyorum. Tasarımda olmaktan
hoşlandığım kadar akademide var olmaktan da keyif alıyorum. Yarı zamanlı
öğretim üyeliğinin dışında günlerimi farklı coğrafyalardaki üretim yöntemlerini
deneyimleyerek ve tasarım pratikleri üzerine çalışarak geçiriyorum. Can ile
tohumlarını bir yıl önce attığımız ve kendi yolculuğumuza dönüşen “Mono Earth”
projesinin paydaşlarındanım.
Malzeme
ile uğraşıyorsunuz. Malzeme neden bu kadar önemli?
C.C: Bu
benim için kişisel bir hikâye hatta Çağlar için de öyle olduğunu
biliyorum. Ben malzeme odaklı düşünmeyi, bir fikrin etrafında malzemenin
potansiyelini irdelemeyi seviyorum. Sadece bir şeylere şekil
veriyor olmak bile keyifli benim için. Toprak bu ilgiyi, işçiliği sizden talep eden
bir malzeme. Bu işçilik sürecinde de sabrı, yavaşlamayı, azla yetinmeyi,
bereketi, şekil vermeyi ve şekil almayı öğreniyorsunuz. Tabii uygulama
deneyimimiz arttıkça başka malzemeler de hayatımıza kendi doğaları, kendi talep
ve öğretileriyle giriyor. Her malzeme (doğal veya endüstriyel) kendi yaklaşımını
gerektiriyor. Bunları birlikte kurgularken bu farklı yaklaşımların kesişimlerini
keşfetmek gerekiyor. Ben bir uygulamacı olarak malzemeleri tanıdıkça daha özgür
ve bütüncül düşünebilen bir tasarımcı olabildiğimi gözlemliyorum.
Ç.İ: Kesinlikle kişisel alanlardan bakıyoruz ikimiz de. Mesela malzeme, dokunsal bir alanı temsil ediyor benim için. Dokunabilmek için önce durmak gerektiğini hatırlıyorum her seferinde. Malzeme kendi ritminin olduğunu senin ritmin aracılığı ile hatırlatıyor. Bir nevi dünya ile ilişkilenme biçimi benim için. Kocaman bir toprak parçası olan dünyanın her bir parçası bambaşka yüzleri ile karşıma çıkıyor her seferinde. Başından sonuna dev bir öğrenme alanı. Söz konusu malzeme toprak olduğunda toprak; en az sonuç ürün kadar mutfakta çalışma da gerektiriyor. Her çalışma alanında yerel olanın ne demek olduğunu, geleneği ve kültür üretimin temelinin nelere dayandığını ve en önemlisi yer ile kurduğu ilişkinin ne kadar güçlü olduğunu keşfediyorum. Malzemenin bütün bunlara dokunsal bir alandan ev sahipliği yapmasını önemsiyorum.
Görsel 1 Üretim aşamaları, Çağlar İşbilir
Doğal
malzemeler ile doğaya uygun yapı yapmak ne demek sizce? Doğaya uygun yapıyı
nasıl tanımlarsınız?
Ç.İ:
Doğal
olanın ne olduğunu tanımlayarak başlamak gerekiyor belki de ya da doğal
olmayan hiçbir materyalin doğada var olamayacağını hatırlayarak. Can’ın bu
konuyu sağlıklı beslenme üzerinden yaptığı tanımlamayı seviyorum. Konuyu açan ve
çoğaltan bir yerden bakmamızı sağlıyor.
C.C: Evet,
bu aynı bilinçli ve sağlıklı beslenme gibi. Yediğimiz gıdaların ruh halimize ve
bedenimize etkisi olduğu gibi yaşam alanlarımızın ve hatta bu alanların yapım
süreçlerinin de bize ve çevremize kısa ve uzun vadeli etkileri var. Bu
sonuçları ve süreçleri düşünmeye, etki edebileceği şeyleri gözetmeye
başladığınızda daha bütüncül bir yaklaşım sergilemeye başlıyorsunuz doğal
olarak. Böyle bir farkındalıkla hareket edildiğinde planlanan yaşam alanının mümkün olduğunca yakınından temin edilebilen, endüstriyel süreçlerden daha az geçmiş, böyle
olmasa bile uzun vadede mekana ve çevreye kattığı değer tüketilen toplam
enerjiden daha yüksek olan malzemelerle tasarlanmış, insan sağlığına ve çevre
sağlığına uygun, yerine ait ve doğal döngülere uyum sağlayabilen yapılar ortaya
çıkıyor. Bunları da “doğaya uygun yapılar” olarak tanımlayabiliriz.
Toprak,
kil, su, kum, saman karışınca ne oluyor? Neler deneyimlediniz bu süreçte?
(Hangi oranlarda nasıl karışımlar elde ettiniz ve hangi projeler ortaya çıktı?)
Bütün bu deneyimler, farklı coğrafyalarda her bir malzemenin ne kadar çok ve bir o kadar az olduğu gerçeği ile yüzleşmemizi sağlıyor. Her bir aktör kendi dinamikleri ile oyuna katılıyor. Bazen bir yapı elemanına bazen sadece bir oyun alanına ya da sonuç üründen ziyade yapma pratiğinin getirdiği şifaya dönüşüyor. Standartların olmadığı bir alanda aktörleri iyi tanımak, hissetmek ve denemeler yapmak en önemlisi belki de. Bahsi geçen bütün bu şeylerle inatlaşmamak gerekiyor. Süreci okumak ve ona göre tavır almak hissetmek önemli. Malzemenin doğasından gelen bu bilinmezliği okumak ve anlamak güçlü hissettiğimiz bir alan. Bu alanı özel ve güçlü tutmamızda Obaruhu’nun heybemize bıraktığı şeylerin payı büyük olsa gerek.
Görsel 3-4-5 Üretim aşamaları, Can Cumalı
Ateş,
su, hava; toprak ile karşılaşınca hikaye başlıyor aslında. Peki Sıkıştırılmış Toprak (Rammed Earth) ile
nasıl tanıştınız? Ve sizin için neyi ifade ediyor?
Mesleki bir ilgiyle başlayan
bu süreç Martin Rauch ile tanışma fırsatı bulduğumuz günden beri evrensel bir
niyet olarak kendini dışa vuruyor. Evrensellik ile yerellik arasındaki ara kesit
düşünülecek olursa, yerel olan bir malzemenin evrensel bir estetiğin parçası
olması fikri malzemenin özünde saklı. Bu öz, toprak ile dünya arasındaki
bütünleyici ilişkisinin bir parçası.
“Rammed Earth” yani “Sıkıştırılmış
Toprak Tekniği”, toprağın en çiğ ve en doğal hali ile çalışma prensibine
dayanıyor. Yeryüzünde milyonlarca yıldır gerçekleşen jeolojik olguların
bir nevi küçük bir simülasyonu. Bu nedenle her çalışma alanı kendine özgü bir toprağa ve kültürel yapıya sahip. Çalışmalar bütün bu aktörlerin en doğru
karışımının bir sonucu. Bundandır ki her üretim benzersiz ve o an’a ait. Doğası
gereği özü, biricikliği, deneyimi, araştırmayı, hissetmeyi, en önemlisi
katılımı talep ediyor. Özünde katılımı barındıran bu üretme biçimi, her bir
parçanın kimliğini koruyarak bir bütünü oluşturma hikâyesinin ruhunu taşıyor.
Bu bahsettiğimiz şeyler bizim için büyük anlamlar taşıyor.
Daha teknik detaylara inecek olursak; teknikten
biraz daha bahseder misiniz? Dikkat edilmesi gereken noktalar var mıdır?
Sıkıştırılmış toprak çok eski
bir yığma yapım tekniği. Killi toprak karışımının kalıplar içerisinde tokmakla
sıkıştırılmasıyla elde edilen bir duvar yapım yöntemi. İzolasyon ve ısı tutma
kapasitesi yüksek, eğer uygunsa yapı hafriyatı sırasında çıkan toprağın evin duvarlarına
dönüşebilmesiyle, yaptığımız doğal yapı tanımına fazlasıyla uygun. En makinize
olmuş toprak duvar tekniği diyebiliriz.
Kalıptan çıktığı haliyle
kullanılması ve üzerine sıva gerektirmemesi hem uygulama kolaylığı sağlıyor hem
de uzun vadede bakım ihtiyacı olmuyor. Bunların
yanı sıra bizi ve genellikle bu tekniğe ilgi duyan insanları da heyecanlandıran
kısmı, sıkıştırma katmanlarının yüzeyde okunabilmesi ve bu katmanların içinde hem düzeni hem düzensizliği barındıran dokusu. Doğada
gözlemlediğimiz katmanlı yapılarıyla estetik görüntüler sunan tortul kayaçları bir
düşünün. Aslında biz burada doğanın çok uzun sürelerde yaptığını yüksek
basınçla kısa sürede yaparak doğadaki bu bilgiyi, yerdeki toprağı yapıya
dönüştürmek için kullanıyoruz.
Tabii ki her malzeme gibi bu
malzemeye ve tekniğe yaklaşırken de dikkat edilmesi gereken şeyler var.
Karışım oranı, doğru toprağı kullanma, subasmanın ve çatının önemi, duvar
ağırlığının hesaba katılması gibi bir kısmı sadece yapı ustasını bağlayan
şeyler olsa da tasarım sürecinde yapıya dâhil edilirken detayların doğru
çözümlenmesi uygulama esnasında ve sonrasında sürecin kolay işlemesi için çok önemli.
Elleriniz
de işin içinde. Şekli elinizle veya basit aparatlar yardımını ile veriyorsunuz.
Unutmaya yüz tuttuğumuz zanaatkârlık devreye giriyor sizin işlerinizde. İşçilik
bilmek, yapının ustası da olmak neden kıymetli?
C.C: Duvarın
karşısına geçip her tarafındaki işçiliği görebilmek, hatırlayabilmek o sıvayı yaparken ki ruh halinin sıvanın dokusuna bile etki ettiğini fark etmek ortaya çıkan ürünle daha duygusal daha sahiplenici bir ilişki
kurmamı sağlıyor. Büyük ölçekte çalışırken, itiraf etmek gerekirse yapının
işçiliğini de üstleniyor olduğumu bilmek daha sade ve kolay uygulanabilir
çözümlere çekilmeme sebep olabiliyor. Ama cesur denemelerde de ayağım daha yere
basar bir şekilde ilerlememi sağlıyor. Şekil verme kısmındaki süreç de her
teknikte değişiyor. Birinde çok daha organik formlarda hafif dokunuşlarla şekil
verirken bir diğerinde rijit formların içerisinde malzemeyi tokmaklayarak
sertleştirdiğiniz bir süreç var. En güzel ve güçlü hissettiren kısmı
tasarlanmış olan şeyin gerçeğe dönüşmesi için gereken bilgiye ve tekniğe sahip
olabilmek.
Ç.İ: Eller her ne kadar dışa dönük duyular gibi görünse de, daha çok içkin yanları ile hayatımıza dokunmaktalar. Çünkü eller, varlığın yapısına karışmış durumdalar. Bu yüzdendir ki zanaatın kendini varlığın doğrudan bir parçası olarak görüyorum. Sema Kaygusuz’un aklımdan çıkmayan şu konuşmasını anımsıyorum. “Zanaat saplantılı bir şeydir, zamanı kaybetmeyi göze almaktır, bir ağırlıktır, kendi zamanını kendi kurup lineer geçip-giden zamandan kopmayı bilmektir.” Böylesine hisli ve adanmış yapma biçimleri –ölçek ne olursa olsun- içinde özeni barındırıyor. Bu özen yaptığımız işi kıymetli kılıyor.
Mimarlığın
değer üretme algısı yerine metraj olarak büyüklük elde etmeye dönüştüğü bir
dönemde, küçük ölçekli ve tamamen kendi iş gücünüzle doğal malzemeler aracılığında çok daha ekonomik yapılar elde ediyorsunuz. Hangi tip yapılar hangi fiyatlara mal oluyor anlatabilir misiniz?
Bu kısımda biraz ayağımızı
yere sağlam basarak konuşmakta fayda var. Toprak yapı tekniklerinin veya daha
geniş olarak doğal yapı teknikleriyle inşa etmenin çok ekonomik olup olmaması
inşa sürecinin nasıl bir ekip tarafından yapıldığına bağlı. Birçok toprak yapı
tekniği, kerpiç, cob (yığma kerpiç), modernize olmamış haliyle sıkıştırılmış toprak,
çok eski zamanlardan beri imece usulüyle yapılan teknikler. Bu ve bunlar gibi
(toprak çuval, şerbetli saman) teknikleri kendi topluluğunuzla kendiniz
için inşa ederseniz, gerçekten çok hesaplı bir şekilde yapabilirsiniz yapınızı ama bu
süreçlerin işçilik gerektiren süreçler olduğunu unutmayın. Eğer usta ve
işçi çalıştıracaksanız, malzemeler hesaplı olsa bile işçiliğin yoğunluğundan dolayı maliyette çok dramatik düşüşler beklememek gerekir.
Bu yapılar uzun
ömürlü mü?
Herhangi bir yapının uzun
ömürlü olması, iyi bir tasarım ve iyi bir işçilikle bağlantılı olduğu için doğru
bir yaklaşımla yapıldığı sürece tabii ki uzun ömürlü. Hala içinde yaşanılan çok
eski toprak yapılar mevcut. Bu tekniklerin bazıları ilgi ve bakım istiyor,
içinde yaşayan insan istiyor. Bazıları ise daha az bakımla uzun yıllar halini
koruyor. Sıkıştırılmış toprak en az ilgiyle halini en uzun koruyabilen
tekniklerden birisi.
Neden
sizce kırsalda bile yığma tuğla, yığma kerpiç yapı geleneği terk edildi?
Mekân üretme yetkilerinin
tamamen profesyonellere devredilmesi ile birlikte kendi mekânını yapan ve
yaşayan özne, önce izleyici sonra da satın alan özneye dönüştü. Satın alınan
hey şey gibi mekânlar da sonuç ürün olarak avuçlarımızın içerisine bırakılıyor.
Sürecin bu kadar önemsenmediği bir alanda bu tür üretme biçimlerinin varlığını
sürdürebilmesi olası görülmüyor. Tekil örnekler elbette var ama bunlar bir
gelenek ya da karakter oluşturmaktan oldukça uzaklar. Malzemenin ya da yapma
biçiminin kıymetinin bilinmediğini düşünmüyoruz. Sadece bunların
gerçekleşebilmesi için gereken bağların güçlendirilmesi gerektiğine ve bu
meselenin bireysel bir çabadan öte sosyal bir çaba gerektirdiğine inanıyoruz.
Sanat ile iç içesiniz. Mono Earth olarak sanatçılar ile ve sanatçılar için çalışıyorsunuz. Daha evvelde Salt’ta yaptığınız bir işi hatırlıyorum. Şu anda kaideler üretiyorsunuz. Nasıl bir malzeme bu? Hangi işleri yaptınız paylaşabilir misiniz?
Ç.İ: Mono Earth bizim kendimizi gerçekleştirme projemiz aslında. İlk başta da söylediğimiz gibi yaşadığımız süreçler sonunda kendi yapma halimizi keşfetmek için çıktığımız bir yolculuk. Bu yolda ilk başta daha küçük ölçeklerde tasarımcılarla yaptığımız işlerin mekân içindeki etkilerini tartışarak ortaya çıkardığımız örnekler var. Bu örnekler aslında toprağın dokunsallığını, sadeliğini, andalığını mekâna çekmek için büyük toprak duvarlara şart olmadığını, bu kaidelerin bu ruhu yaratmak için yeterli olduğunu kanıtlar nitelikteydi. Bir şansımız da gerçekten bu malzemenin değerini ve kendini yansıtabildiği mekânlarla ve tasarımcılarla çalışabilmiş olmamız.
Görsel 5 Salt Beyoğlu Kış Bahçesi, Ali Taptık, ONAGÖRE.
C.C: Mimar Aslıhan Demirtaş’ın (Khora Office) tasarladığı Salt Beyoğlu Kış Bahçesi benim şehir bağlamında yaptığım ilk sıkıştırılmış toprak uygulamasıydı. İstiklal caddesi üzerinde konuşlanmış bir sanat galerisinde böyle bir topraklanma alanını kurgulamak keyifli olduğu kadar cesur da bir fikirdi. Benim de şehirde toprak malzemesini kullanmanın kırsaldaki çalışma koşullarına nazaran farklılıklarını görmemi sağlayan bir proje oldu.
Görsel 6 Rammed Earth Kaideler, 40 by Gökhan Zincir.
Ç.İ: Gökhan Zincir’in Galata’daki seramik atölyesi için yaptığımız kaidelerin yapım süreci bizim için çok keyifliydi. Bu işle birlikte başlayan dostluğumuz gibi orada da işlerimiz birbirine karşılıklı iltifat eder biçimde kompoze edilmiş durumda. Şu dönemde de farklı ölçeklerde ve farklı fonksiyonlarla bu tekniği nasıl kullanabileceğimizi ve ortak dilimizi araştırdığımız bir süreç geçiriyoruz birlikte. Aydınlatma birimleri, farklı malzemeleri bir araya getirdiğimiz sergileme üniteleri, toprağın kendi hikâyesini anlattığı tasarım objeler üzerine çalışıyoruz.
Görsel 7-8 Rammed Earth Blok, NAYA
Studio.
C.C: Mas Mimarlık ofisinin tasarladığı Kuruçeşme’deki Naya Studio’da bulunan kaidelerimiz Naya’nın boşluğu çok güzel kullanan mekânında hissiyatı belirleyen en önemli dokunuşlardan biri oldu. O kaidelerle birlikte bizim Mono’daki atölye sürecimiz başlamış oldu. Yıllar önce toprakla hikâyemizin başladığı Kapadokya’da şu anki yapma pratiğimize devam etmek için eski bir tuğla fabrikasında bir atölye kurduk ve o coğrafyanın getirdiği ilhamla ve çeşit çeşit toprakla üretimimize başladık.
Görsel 9 NAYA Studio, Fevzi Öndü.
Ç.İ: İBB'nin açtığı İstanbul'un Mezarları yarışması vesilesiyle tanıştığımız sanatçı Eda Soylu da üretim hayallerimizin özel bir noktasında duruyor. Mono'da önemsediğimiz vizyonlardan biri, alt metni güçlü işler üretmek ve yeri geldiğinde kullandığımız malzemelerin ve tekniklerin bu metni dolduran formlara dönüşmeleri. Dostluk ve iş birliği içinde, bu vizyon doğrultusunda yeni işlerin ve keşiflerin peşindeyiz.
C.C: Kendimizi ve malzemeyi araştırma sürecimiz devam ediyor, Bu süreçte karşımıza güzel yaratıcılar ve özel projeler çıkıyor. Bunun bu şekilde devam edeceğine, bizim öğrenerek, keşfederek çoğalacağımıza ve tatmin olacağımız işler üreteceğimize inancımız tam.
Verdiğiniz
bilgiler için teşekkür ederim.
Refik Anadol’un İstanbul’daki en yeni ve en kapsamlı kişisel sergisi Makine Hatıraları: Uzay Pilevneli Galeri’de ücretsiz olarak izleyiciyle buluşuyor. Sergi hakkında Refik Anadol ile görüştüm.
Devamını okuSeramik sanatçısı Alev Ebüzziya Siesbye’nin yeni çalışmaları, Tekerrür* isimli sergi ile geçtiğimiz aylarda Arter’de izleyiciler ile buluştu. Dünya seramik sanatının sayılı ustaları arasında anılan Alev Ebüzziya ile son sergisi vesilesi ile bir söyleşi gerçekleştirdik.
Devamını oku2016’da Salt ve Kalebodur işbirliği ile Mimarlık ve Tasarım Arşivi projesi kapsamında arşivi bir araya getirilen Cengiz Bektaş ile söz konusu arşivi bağlamında bir söyleşi gerçekleştirmiştim.
Devamını oku