Mimarlığın temelinde yer alan “atmosfer tasarlama” olgusu, aslında tasarımla ilgili olan hemen her konuda karşımıza çıkar. Tasarlanan “özne” nin karşı tarafa nasıl sunulacağı ise, mimarlıkla beraber tasarım dünyasının ortak kaygısı olarak, bu öznenin algılanış biçiminde çarpıcı bir rol oynar. Tam da bu noktada, tasarım ve sunum teknikleri ilişkisini moda endüstrisinde incelemek ilginç olacaktır.
“Giyecekleri tanıtmak amacıyla mankenlerin yaptıkları gösteri, giyim gösterisi” olarak tanımlanan defile, dilimize Fransızca’dan geçmiş bir kelimedir. Defilelerde asıl amaç kıyafetleri tanıtmak olarak görünse de, zamanla birincil amacından uzaklaşarak, kelimenin tam anlamıyla bir moda gösterisi halini aldı diyebiliriz. Defileler, çoğu tasarımcı için artık sadece kıyafetlerden ibaret değil. Marka etrafında bütün bir dünya yaratmak ve izleyiciye belirli bir duygu bırakmakla ilgili bir konu. Tam da bu duygudan bahsederken “Bir markanın anında hissedilmesi nasıl sağlanabilir?” sorusu akıllara düşüyor.
Elbette defilenin genel atmosferinde koleksiyonla bağlantılı unsurlar var ancak esas nokta onu markaya bağlamakla ilgili. Bu bağlamda; moda gösterilerinde kritik rol oynayan aydınlatma, sergilenen ürünleri atmosfer ile bütünleştirerek markanın kendi kimliğini yansıtmasına olanak sağlayan çarpıcı bir tasarım elemanı olarak karşımıza çıkıyor. Podyumda gördüğümüz zemin, izleyicilerin oturma düzeni, müziğin ritmi gibi esasları birleştirerek defilenin genel atmosferini tamamlayan ışıklandırma ile fotoğraf kareleri anlamlı bir bütün haline geliyor. Öyle ki, kimi gösterilerde modelin taşıdığı kıyafet tam olarak görülemeden, gölgeler arasında bir silüet olarak geçip gidebilir ve sizi kafanızda canlanan imajla baş başa bırakabilir. Tasarımı mı görmek istiyorsunuz? Eh, bunun için mağazaya gitmeniz gerekecek.
Givenchy’nin 2019 ve 2020 Sonbahar/Kış defilelerini incelediğimizde, izleyicilerin bekledikleri loş atmosfer ve podyumun aydınlatılış biçiminde iki defilede de kullanılan aynı dil ile aydınlatma tasarımının; markanın ruhunu moda gösterisine yansıtarak, koleksiyonu görmeden markanın anında hissedilmesini sağlama konusundaki etkisini gözlemleyebiliriz. Aydınlatma tasarımının yine vurucu bir şekilde kullanıldığı Saint Laurent defileleri de bu durumu destekler nitelikte.
Günümüzün dijital olanaklarını düşündüğümüzde ise defilelerin sadece podyumda iyi görünmesi yeterli olmuyor. Instagram'ın moda endüstrisi üzerindeki etkisiyle artık telefonda da güzel ve çekici görünecek şekilde tasarlanmaları gerekiyor. Bu açıdan Instagram’ın defileler üzerinde değiştirdiği esaslara değinecek olursak, tek etkilenen ışıklandırma değil tabii ki de. Instagram set hakkındaki düşünme şeklini ve defilelerde insanların nasıl oturacağının, modellerin nerede ve nasıl yürüyeceğinin kurgusunu da değiştirdi. Havuzun kenarında uzun ve kabarık bir elbiseyle yürüyen modelin, önünüzden geçip zaten yeterince ağır olan elbisesiyle havuza girmesi ve aynı şekilde çıkması sizi çok da şaşırtmayabilir.
Moda endüstrisinin tutkusuyla körüklenen yenilikçi arayışlar, dijital alternatiflerin artmasından faydalanarak defilelerde hayat buluyor. Şimdi ise Covid-19’dan gelen bir itici güçle, belki de on yıllık bir moda gösterisi evrimi birkaç ay içinde gerçekleşmek üzere. Tasarımcılar daha küçük, daha samimi gösterileri tercih etme yaklaşımlarını yeniden düşünürken, dijital çözümler gösterilerin varlığını korumak adına başvurulan bir sığınak. Eylül ayında gerçekleşen moda haftalarında buna dair farklı yaklaşımlar görme şansımız oldu. Balmain defilesinde izleyicilerin bir kısmı oturma düzeninde yerleştirilen ekranlardan defileye katılırken, Versace sadece kendi çalışanlarından oluşan bir izleyici grubunun olduğu bir defile gerçekleştirmişti. Moschino ise defileyi bir kukla şovuna dönüştürerek kukla modellerin taşıdığı tasarımları yine kukla seyircilerin bulunduğu bir gösteride sergilemişti. Christian Dior, Saint Laurent, Kenzo gibi markaların şovlarının arkasındaki prodüksiyon ajansı Bureau Betak'ın kurucusu Alexandre de Betak, "Bunun yeni bir çağın başlangıcı olduğunu ve asla eskisine geri dönmeyeceğimizi düşünüyorum." derken belki de hiç abartmıyordu.
Jacquemus’ün lavanta tarlaları arasındaki fuşya podyumda yürüyen modelleriyle hafızalara kazınan 10. Yıldönümü defilesi, pandemi sonrası defileleri için ilham oluşturacak nitelikte. İngiliz Moda Evi Burberry’nin Londra Moda Haftası kapsamında eylül ayında dijital olarak gerçekleştirdiği defilesi, yine doğanın içinden bir açık hava defilesi örneği olarak karşımıza çıkmakta.
Şevda Geçer. İstanbul Teknik Üniversitesi’nde İç Mimarlık son sınıf öğrencisi. Aynı zamanda çift anadal programı ile başladığı Mimarlık Bölümü’ne ise üçüncü sınıf öğrencisi olarak devam ediyor. Akademik eğitiminin yanında bale ve modern dans eğitimini de kişisel ilgi alanı olarak sürdürüyor. Dansın dışında yağlı boya resimleri yapmayı ve kentte uzun yürüyüşlere çıkmayı seviyor.
Siyaset felsefesi ve tarihi açısından Nizamü'l-Mülk'ün "Siyasetnamesi" ile Machiavelli'nin "Prens"i birçok defa karşılaştırılmıştır. Ancak bu defa, zaman üzerinden yola çıkarak tarihsel bir okuma yapılmamıştır. Tarihsel metinler, günümüzdeki bir mimarın gözünden mekânsal olarak ele alınmıştır.
Devamını okuAhmet Doğu İpek’in Arter’de yer alan “Başımızda Siyahtan Bir Hâle” isimli sergisi sanatçının 2020–2022 yılları arasında farklı mecraları kullanarak ürettiği eserleri bir araya getiriyor. Heval Zeliha Yüksel, farklı duyulara ve sayısız deneyime açık olan sergiyi Ahmet Doğu İpek ile gezerek sergiye dair izlenimlerini yazdı.
Devamını oku