Tebrikler “esas” İstanbullu,
Iskaladın!
Ahmet Amca’nın tavşan kanı çayını,
Ayşe Teyze’nin 5. kattan aşağı sallanan bakkal sepetini,
Esnaf Nezire Abla’nın kahve falı merasimini..
Kulağımda tramvay sesi var; kilise çanlarıyla karışmış,
Terk ettiğimiz sokaklarda bir turist kalabalığı...
Sen neredesin?
Görsel 1 Sokak görünümü, Ece Doğan.
Okumakta olduğunuz satırlar, kentlilere kente dair yaşama kültürü arayışını anlatan mühürlü bir mektup olması amacıyla yazılmıştır. Bu yazıda kentlilerin arayışını önce sokağın kendisinden sonrasında ise yok olduğu ileri sürülen mahalle kültürü üzerinden okuyacaksınız. İşte bu nedenle Ahmet Rasim'in kaleme aldığı Şehir Mektupları'ndan edinilen aşinalığı sürdürmek amacıyla naçizane bir hitap ile başlamaktadır.
Görsel 2-3 Mahalle yaşamı, Ece Doğan.
İstanbul, nesiller boyu farklı kültürlere "yer" olmuş, farklı uygarlıkların etkisiyle değişmiş, dönüşmüş; geçirdiği toplumsal ve coğrafik kırılmalar ile yanmış, yıkılmış ve her defasında kümülatif bilginin dayanağı ile yeniden var olmuş bir kenttir. Bugün halen katmanlı halini devam ettiren İstanbul, kendine her daim eklemleyen, kozmopolit yapısı ile köyden gelene de farklı kıtadan göçene de samimi bir ev sahibi olmaktadır. Peki "esas" kentli neden kendini ötekileştirip; İstanbul'u sömürüye varacak kadar bir kültür ve toprak parçası olarak kullanmasının ardından kendine yarattığı duvarların ardına sığınmak niyetindedir? Pamuk’un Kafamda Bir Tuhaflık adlı romanındaki boza satıcısı Mevlut Karataş neden bu denli nostaljik ve ilgili çekici gelirken, ara sıra sokaktan duyulan "bozaaaa" sesi "esas" kentliye mesafeli gelmekte, kafasını bulandırmakta ve işini bölmektedir? Öyle ki bu samimiyet, adım adım yitirdiği nostaljisi ile bundan böyle satır aralarına hapsolacak; yüksek yapıların ıssız köşelerinde, Z düzlemindeki izole gündelik yaşam; zamanla kente dair bir yaşama kültüre mi dönüşecektir?
Yukarıda bahsedilen sorular birtakım çevrelerce düşünüle dursun, sokakta hiçbir şey durağan değildir. Yalnızca birkaç dakika için gözlerimizi kapatıp zihnimizde bir gezgin, flâneur, olsak; ne görürüz? Pera, Tarlabaşı, Karaköy, Köy içi, Balat… Ben naçizane bir başlangıç yapayım; büyüyen, dolan, taşan sokaklar…
Görsel 4-5 Mahalle görünümleri, Ece Doğan.
Zemin kotunda hayat, tam da az evvel zihnimizde canlandığı gibi, tüm ötekileştirmelere inat her gün yeniden kendine özgü gündelik yaşamını kurgulamaktadır. Cumhuriyet dönemi apartmanlarında veya ahşap cumbalı evlerinde yaşayan "öteki" kentli, Bakkal Rasim'e ekmek ve gazete için sepetini sarkıtmakta, Hırdavatçı Hikmet Abi müşterilerine çay ikram etmeye devam etmektedir. Terzi Hüseyin Amca, her zamanki gibi takım elbisesini üzerine giymiş, eski İstanbul Türkçesi ile komşu esnaflara selam vererek güne başlarken, Simitçi Aysel en çok iş yaptıran köşesini kapmış olmanın keyfi ile Köpek Toma'nın başını okşamaktadır. İşte bu gündelik hayat kesiti, İstanbul'a dair mahalle dokusunun ta kendisidir. Pencere önlerine asılan temiz çamaşır kokuları, çay bardağında çevrilen kaşık tınısı, top koşturan çocukların tozlu ayakkabıları.. İstanbul, kendine has sokakları ile tüm duyulara hitap eden bir halde yüzyıllar boyu var olmuş ve var olmaya devam etmek istemektedir.
Çoklarına nostaljik ve gerçek dışı gelecek bu gündelik hayat anlatısı, esasen İstanbul yaşama kültürüne anlık bir bakış niteliğindedir. Öte yandan "esas" kentlilere göre ise sokaklar ve mahalleler, tekinsiz insanlar ve yapılarca çevrilmiş; adeta birer kentsel ve toplumsal çukur haline gelmiştir. İşte bu ötekileşme; bizi kentin kendine özgü yaşama kültüründen, alışkanlıklarından, rutinlerinden sıyıracak; o nahif ama dirençli dokusundan, samimi laflarından koparacak yegane düşüncedir. Belki de esas kentli; öteki kentli düşüncesi olmadan var olduğunda kent; aidiyetine ve kimliğine yeniden kavuşacak, böylelikle mimlenen mahalleler yerle bir edilip, boşalan zeminlerine üzerinde dumanı tüten yapılar dikilmeyecektir. İstanbul, kentlisi ile var olacak; yerine ve haline özgü tutumunu bırakmayacaktır.
Görsel 6 Mahalle, Ece Doğan.
Davet ediyorum. Yetmez mi birbirimizi ötekileştirdiğimiz? Herkesi kentte zemin kotuna inmeye; cesurca yürümeye, selam vermeye, anlamaya ve tanımaya davet ediyorum. Eminim ki filtresiz bir gözle baktığınızda; sokağınızın belki Haydar Karabey'in bahsettiği boğaz koridoru olduğunu fark edecek, Yusuf Atılgan'ın Aylak Adamı'nı sinemadan çıkmış o kişi görüntüsü ile tanıyacak, mahallenizin Nuri Bilge Ceylan’ın bir film sahnesine olan aşinalığı ile irkilecek, boğaza indiğinizde ise Namık Kemal’in İntibah'ındaki esas İstanbul'a dair o hissi bulacaksınız. Kim bilir belki de nam-ı değer Ali Bey ile bir kahve bile içersiniz. Haydi, mahalleye!
1 Ahmet Rasim, Şehir Mektupları
Ece Doğan. 2016’da MSGSÜ Mimarlık Bölümü'nden mezun oldu, 1 yıl boyunca Almanya temelli Münster School of Architecture’da öğrenim gördü. Coop Himmel(b)lau, Emre Arolat Architecture, Salt Galata ve farklı ölçekli birçok kurumda staj ve gönüllü çalışma deneyimi oldu. 2016-2018 yılları arasında pek çok farklı ölçekte projede Emre Arolat Mimarlık’ta profesyonel çalışma hayatına devam etti. Ekibi ile yarışmalara hazırladığı projelerin kazandıkları ödüllerin ardından, 2018 yılında kentsel ve mimari tasarımdan ürün tasarımına farklı ölçeklerde projelere ev sahipliği yapan addoffice’i hayata geçirdi. Profesyonel çalışma hayatını add ailesi ile sürdürürken, akademik kariyerine MSGSÜ Mimarlık Tarihi programında devam ediyor.
Siyaset felsefesi ve tarihi açısından Nizamü'l-Mülk'ün "Siyasetnamesi" ile Machiavelli'nin "Prens"i birçok defa karşılaştırılmıştır. Ancak bu defa, zaman üzerinden yola çıkarak tarihsel bir okuma yapılmamıştır. Tarihsel metinler, günümüzdeki bir mimarın gözünden mekânsal olarak ele alınmıştır.
Read moreAhmet Doğu İpek’in Arter’de yer alan “Başımızda Siyahtan Bir Hâle” isimli sergisi sanatçının 2020–2022 yılları arasında farklı mecraları kullanarak ürettiği eserleri bir araya getiriyor. Heval Zeliha Yüksel, farklı duyulara ve sayısız deneyime açık olan sergiyi Ahmet Doğu İpek ile gezerek sergiye dair izlenimlerini yazdı.
Read more