Menu

Home Page / Blog

Yıkılmış ve Yeniden Doğmuş Bir Kent: Berlin
İskele Blog 20 August 2021
Ekin Ayan

Yıkılmış ve Yeniden Doğmuş Bir Kent: Berlin

Çok katmanlı ve çok kültürlü bir "metropol" olan Berlin, aynı zamanda zıtlıklar şehridir. Tarih boyunca hem faşist hem de devrimci, hem kaotik hem de sakin birçok şekil almıştır. Avrupa'daki birçok tarihi şehir, sürekli yerleşimleri nedeniyle çok katmanlı şehirlerdir ancak Berlin'in kentsel arkeolojisini incelediğimizde, tekrar tekrar yıkıldığını, yeniden inşa edildiğini ve her seferinde yeniden yorumlandığını görürüz. Bir "ouroboros" gibi, kendini tüketir ve tekrar tekrar yeniden yaratır. Berlin’in bu yıkım ve yaratma süreçleri de ortaya çok katmanlı bir şehir çıkarır. 

Görsel 1 Old and New Berlin, Berliner Dom and Fernsehtrum, Filippo Bianchi, Getty Images.

Berlin’in Ortaya Çıkışı

Geçmişten bugüne pek çok olaya şahitlik eden Berlin, 12. yüzyılın ortasında Cölln ve Berlin adında iki köyün birleşimiyle oluşur. 17. yüzyıla kadar sadece yerlilerin kaldığı ve aslında pek de önemli olmayan bir yerleşim yeriyken, Prusya’nın başkenti olmasıyla birlikte önem kazanır. Berlin, bu yüzyılda bir kent planı ve planlı nüfus artışıyla birlikte gelişmenin sonucu olarak da döneminin en önemli yerleşimlerinden biri haline gelir. 18. Yüzyılda Prusya Kralı Friedrich; Berlin, Cölln, Friedrichswerder, Dorotheenstadt ve Friedrichstadt kasabalarını birleştirip bir şehir haline getirir ve 19. yüzyılda da Wedding, Moabit, Tempelhof, Schöneberg ve Spandau da Berlin’e katılır. 

Avrupa, 18. ve 19. yüzyıllarda çok önemli gelişmelere ev sahipliği yaparken, Sanayi Devrimi’nin etkisi kent bağlamında da kendini gösterir. Kırdan kente göçün başladığı, konut talebinin arttığı ve raylı ulaşımın başladığı bu dönemde, kentsel bir düzen ihtiyaç haline gelir ve bu ihtiyaç 1910 Büyük Berlin Planı ile tescillenir. O dönemde aynı zamanda Avrupa’nın diğer metropolleriyle yarışan Berlin, Hobrecht Planı ile şehrin imarlı alanlarını genişleterek üstünlük göstermeyi amaçlar. 

Hobrecht Planı, 19. yüzyıl Berlin'inin kentsel gelişimi için bir çerçeve, bağlayıcı bir arazi kullanım şekli olarak gelişir. Hobrecht Planı’nın en önemli özelliği ise ortogonal, yani dik açılar ile kesişen yapı bloğu ilkesini içermesi ve kent için belki de en önemli şey olan sokak ağını kurmasıdır. Bu anlamda da kentsel alanların özelleştirilmesinin önemli ilk adımını oluşturmaktadır. O dönemde Londra, Paris gibi Avrupa metropollerinde yıkarak yapmak çok olağan bir durumdur ve Berlin’de de binalar yıkılarak cadde ve sokaklar genişletilir. Kent bir yandan gelişirken Berlin’in başkent olması ve iş için sürekli göç alması nedeniyle nüfus yaklaşık olarak 1 milyona ulaşır.

Görsel 2 1862 Hobrecht Planı

Berlin’in Yıkılışı 

Büyük ve gelişmeye devam eden sanayi şehirlerinde işçi konutları meselesi büyük bir sorun haline gelir. İşçi sınıfı için yapılan konutlar; genelde havasız, güneş görmeyen, hastalığa elverişli yerlerdir. Bu durum, zengin kesimi de rahatsız etmeye başladığında reform talepleri yoğunlaşır ve Berlin ikiye bölünmüş haldedir. Bir yanda taş duvarlardan oluşan bir işçi çemberi, bir yanda da yeşile doymuş villalarında yaşayan zengin kesim vardır. I. Dünya Savaşı öncesinde, aralarında ekonomik uçurumun bulunduğu bu iki grupta kapitalizm kendini en açık şekilde göstermeye devam etmektedir. Halk bir yandan bu ekonomik uçurumla savaş verirken bir yandan da Almanya açısından çok da başarılı geçmeyen I. Dünya Savaşı’nın yoksulluk gibi ağır sonuçlarına katlanır. 

Weimar Cumhuriyeti olarak bilinen zayıf hükümetlerine güvenmeyen ve kendisine kaçış yolu arayan halk, daha iyi koşullar ve güçlü bir Almanya vaat eden Adolf Hitler’e güvenmeyi tercih eder. Hitler ve Naziler'in hedef kitlesi olan işsiz, genç ve alt orta sınıf üyeleri, onların vaadine gönülden inanır ve bu durum Hitler’in seçilme sürecine hız kazandırır. “Hitler, en sapık fantazilerini toplama kamplarında sergilerken mekânsal fantazileri için de Berlin’i seçecekti.” der İhsan Bilgin1. “Hitler’in temel mimarlık ve şehircilik anlayışı klasisizmdir, klasisizmi de özellikle anıtsal bir yaklaşım olarak kullanır. Hitler, mimarlığı en büyük propaganda aracı olarak görür, bu “en büyük olma” anlayışı, özellikle devlet binalarında karşımıza çıkar. Devleti ve dolayısıyla Hitler’i simgeleyen binalar devasa, insanı ezen ve insana kendisini karınca gibi hissettiren binalardır.”2

Nazi iktidarı aynı zamanda, kent gelişimi açısından da Berlin’deki yoğun yapı bloğunu, dolayısıyla da Hobrecht’i ortadan kaldırarak ve yıkarak yerleşim yoğunlunu azaltmayı ister. Yahudi konutlarını zorla boşalttırır, ideolojik olarak kendisine daha yakın olan aile odaklı komşuluk ünitelerini kurdurur. Hitler’in Berlin’i darmadağın etme planını, kendisinin çıkardığı II. Dünya Savaşı hayata geçirir. Berlin bu süreçte çok ağır hasar görürken şehrin tamamı enkaz haline gelir. Daha sonra da, Amerika ve Rusya arasında geçen soğuk savaşın sınırı tam da Berlin’in içinden geçer, Berlin ikiye bölünmüş bir şehir olmaya devam etmek zorunda kalır. Bu sınır, zamanla Utanç Duvarı olarak da bilinen Berlin Duvarı’na dönüşür ve eti kemiği olan bir ötekilik haline gelir. Berlin Duvarı, dönemin kapitalist-sosyalist çekişmelerinin bir sonucu ve bu şartlar altında kent, döneminin ve bağlamının açık bir aynasıdır. 1989’da Utanç Duvarı yıkılır ve Doğu-Batı Berlin Almanya Federal Cumhuriyeti olarak tek hale gelir, bu birleşimin sonucunda Berlin başkent olur. 

Yeniden Doğan Berlin

20. Yüzyıl Berlin’i geçmişten izler taşısa da modern bir metropoldür. Sir Norman Foster, Peter Eisenmann, Daniel Libeskind gibi "yıldız" mimarların elinin değdiği ikonik binalara ev sahipliği yapar. Berlin’i tam da bu noktada eşsiz kılan şey, sadece tarihi ve bu tarihin kent ve mimarlığa yansıması değildir. Berlin, hem ötekileştirilenlerin hem de ötekileştirenlerin kentidir. Bir aradalığın somut bir temsilidir. Hem faşizmi hem de devrimi görmüştür. Tüm zıtlıklarını bir denge içerisinde içinde barındırır.

Görsel 3 Berlin Duvarı'nın yıkılışı, Gerard Malie/AFP/Getty Images

Ve David Bowie’nin “Heroes” şarkısında da söylediği gibi, “I can remember, standing, by the Wall. And the guns shot above our heads, and we kissed, as though nothing could fall. And the shame was on the other side, we can beat them, forever and ever. Then we could be heroes, just for one day.”


1 Bilge Bal & İhsan Bilgin, Continental Capitals: Paris, Berlin, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2016

2 Mimarlık Dergisi, Kent Tarihi, Sanayi̇ Devri̇mi̇ Kenti̇ Berli̇n – II *: Kent Geli̇şi̇mi̇ Süreci̇ne Bi̇r Bakış 

Ekin Ayan. Yeditepe Üniversitesi Mimarlık Bölümü'nde eğitim aldı. Tasarım, kent ve mimarlık üzerine yazılar yazmayı çok seven Ayan felsefe ve mimarlık üzerine kitaplar okuyarak bu yönlerini geliştiriyor. Kentte sadece keşif için yürüyüşlere çıkıyor.

Similar Posts

Tarihi Metnin Mekânsal Okuması: Machiavelli vs. Nizamü’l-Mülk
Eren Can Altay İskele Blog
Tarihi Metnin Mekânsal Okuması: Machiavelli vs. Nizamü’l-Mülk

Siyaset felsefesi ve tarihi açısından Nizamü'l-Mülk'ün "Siyasetnamesi" ile Machiavelli'nin "Prens"i birçok defa karşılaştırılmıştır. Ancak bu defa, zaman üzerinden yola çıkarak tarihsel bir okuma yapılmamıştır. Tarihsel metinler, günümüzdeki bir mimarın gözünden mekânsal olarak ele alınmıştır.

Read more
Ahmet Doğu İpek’in Başımızda Siyahtan Bir Hale Sergisi Üzerine İzlenimler
Heval Zeliha Yüksel İskele Blog
Ahmet Doğu İpek’in Başımızda Siyahtan Bir Hale Sergisi Üzerine İzlenimler

Ahmet Doğu İpek’in Arter’de yer alan “Başımızda Siyahtan Bir Hâle” isimli sergisi sanatçının 2020–2022 yılları arasında farklı mecraları kullanarak ürettiği eserleri bir araya getiriyor. Heval Zeliha Yüksel, farklı duyulara ve sayısız deneyime açık olan sergiyi Ahmet Doğu İpek ile gezerek sergiye dair izlenimlerini yazdı.

Read more
Share
TR