Tasarımcı ve film yapımcısı Keiichi Matsuda’nın 2016 yılında çektiği kısa filmi Hyper-Reality, fiziksel ve sanal dünya arasındaki sınırın belirsizleştiği bir gelecek betimliyor. Ve bunu bir kadının -giyilebilir bir AR teknolojisi kullanan- gündelik hayatına dair bir senaryo üzerinden gerçekleştiriyor.
İlk sahnede, filmi kendisinin AR(Augmented reality) dünyasından izleyeceğimiz Juliana Restrepo’nun Google’a ‘’Ben kimim?’’, ‘’ Nereye gidiyorum?’’ ve ‘’ Yeniden başlayabilir miyim?’’ gibi sorular yönelttiğini görüyoruz. Sanal kimliğinden hoşnut görünmeyen Juliana, puanlarının silineceğini öğrenince yeniden başlama fikrinden vazgeçiyor. Bugün sosyal medya ve mecralardaki varlığımızın bir başka formu olan sanal kimlik ve puan kazanma meselesinin ne anlama geldiğini, filmin ilerleyen kısımlarında daha iyi kavrayacağız.
Juliana süpermarketin içine
girdiğinde de tıpkı sokakta ve otobüste olduğu gibi sanal ve fiziksel dünyanın
iç içe olduğunu görüyoruz. Juliana rafların arasında gezinirken bir anda
hesabının hacklendiğine dair işaretler beliriyor. Sanal bir asistana bağlanan
Juliano, ilk olarak puanlarının durumunu öğrenmek istiyor. Sorunu çözümlemeye
çalışan sanal asistan, sistemi yeniden başlatacağını söylüyor. İşte şimdi bütün
bu sanal gerçeklik sisteminin kapanıp, tüm gerçekliğiyle fiziksel dünya ile
başbaşa kaldığımız üç dört saniyenin içindeyiz.
Tekrar üç dört saniyelik AR’siz
süpermarket sahnesine dönersek fiziksel dünyadaki değişimin market raflarının
üstüne eklenen karton QR kodlardan ibaret olduğunu görüyoruz. Juliano baş başa
kaldığı fiziksel gerçekliğin içinde, yeniden başlatma sürecini beklerken hiç
yerinden kıpırdamıyor. Bu küçük boşlukta herhangi biriyle göz teması kurmuyor,
ürünü kendisi bulmaya çalışmıyor veya odağını hiç değiştirmiyor. Fiziksel dünya
ile temas kurmayı reddediyor. Juliano’nun içinde bulunduğu reklam
bombardımanından oluşan sanal dünyasını fiziksel dünyaya yeğleyişini anlamak
çok kolay değil. Fakat daha demokratik bir AR evreni oluşursa; mekanın x y z
eksenlerinin dışına taştığı bir dünya imgesi, tasarımın artık sadece romantik
anlamda değil tam manasıyla diğer duyulara açılması, oldukça heyecan verici
olabilirdi. Kişisel ütopyolarımızı bir kenara bırakıp filme geri dönüyoruz.
Kimliğini doğrulatmak üzere
süpermarketten çıkan Juliano, sanal bir kimliği olmadığı için flu gördüğü biri
tarafından saldırıya uğruyor. Juliano elindeki kesikle ilgilenmeden önce “Puntos!’’ yakarışı
ile puanlarını koruma derdine düşüyor. Ama puanları ve dolayısıyla sanal
kimliğini kurtarmanın bir yolu yok. Neyse ki AR sistemi kapanmadan önce, yolun
karşısındaki kiliseden alabileceği yeni bir sanal kimliği işaret ediyor.
Canhıraş kiliseye koşan Juliano eliyle sanal bir haç oluşturarak katolikliğin
1. seviyesinden sanal dünyaya tekrar giriş yapıyor. Filmin son sahnesinde
Juliano’nun katoliklikte seviye atlamak için gerçekleştirebileceği sanal
ritüelleri görüyoruz.
Matsuda’nın kurguladığı sanal
dünyada puanlama sistemine hizmet etmeyen hiçbir öğe yok. Dini seçimler,
süpermarket alışverişi, kariyer tercihleri… Sınırsız bir olasılıklar evreni
sunan sanal gerçeklik teknolojileri bunu yaparken dünyayı anlama biçimimizi de
kontrolü altına alıyor. Fakat yönetmen geleceğin tam olarak böyle olacağını
düşünmüyor. Amacı; henüz sanal teknolojilerin kullanımında yolun başındayken,
bu teknolojilerin fiziksel ve mental dünyalarımızı nasıl şekillendirebileceğine
dair spekülasyonlar üretmek. Nitekim Matsuda iletişim, kentsellik, kamusallığın
yok oluşu gibi birçok meseleyi de irdelemeyi başarıyor ve bu konular üzerinde
düşünmeye teşvik ediyor. Donna Haraway’in Cyborg Manifesto’da söylediği gibi;
‘’Organizma ve makina
arasındaki sınırların karışmasını sevinçle karşılıyor ve bu sınırların
oluşturulmasında sorumluluk üstleniyorum.’’ 1
1 Haraway, D.,Siborg Manifestosu (O. Akınhay, Çev.), Agora Kitaplığı Yayınları, 2006.
Burcu Meral. 2014 yılında İstanbul Teknik Üniversitesi’nde başladığı mimarlık eğitimine halen devam etmektedir. 2019 yılında Münih Teknik Üniversitesi’nde öğrenim görmüştür.
Siyaset felsefesi ve tarihi açısından Nizamü'l-Mülk'ün "Siyasetnamesi" ile Machiavelli'nin "Prens"i birçok defa karşılaştırılmıştır. Ancak bu defa, zaman üzerinden yola çıkarak tarihsel bir okuma yapılmamıştır. Tarihsel metinler, günümüzdeki bir mimarın gözünden mekânsal olarak ele alınmıştır.
Read moreAhmet Doğu İpek’in Arter’de yer alan “Başımızda Siyahtan Bir Hâle” isimli sergisi sanatçının 2020–2022 yılları arasında farklı mecraları kullanarak ürettiği eserleri bir araya getiriyor. Heval Zeliha Yüksel, farklı duyulara ve sayısız deneyime açık olan sergiyi Ahmet Doğu İpek ile gezerek sergiye dair izlenimlerini yazdı.
Read more