Menü

Anasayfa / Blog

Öteki Gerçeklik
İskele Blog 29 Mayıs 2020
Burcu Meral

Öteki Gerçeklik

Tasarımcı ve film yapımcısı Keiichi Matsuda’nın 2016 yılında çektiği kısa filmi Hyper-Reality, fiziksel ve sanal dünya arasındaki sınırın belirsizleştiği bir gelecek betimliyor. Ve bunu bir kadının -giyilebilir bir AR teknolojisi kullanan- gündelik hayatına dair bir senaryo üzerinden gerçekleştiriyor.


İlk sahnede, filmi kendisinin AR(Augmented reality) dünyasından izleyeceğimiz Juliana Restrepo’nun Google’a ‘’Ben kimim?’’, ‘’ Nereye gidiyorum?’’ ve ‘’ Yeniden başlayabilir miyim?’’ gibi sorular yönelttiğini görüyoruz. Sanal kimliğinden hoşnut görünmeyen Juliana, puanlarının silineceğini öğrenince yeniden başlama fikrinden vazgeçiyor. Bugün sosyal medya ve mecralardaki varlığımızın bir başka formu olan sanal kimlik ve puan kazanma meselesinin ne anlama geldiğini, filmin ilerleyen kısımlarında daha iyi kavrayacağız.

Hyper-Reality 

Juliana süpermarketin içine girdiğinde de tıpkı sokakta ve otobüste olduğu gibi sanal ve fiziksel dünyanın iç içe olduğunu görüyoruz. Juliana rafların arasında gezinirken bir anda hesabının hacklendiğine dair işaretler beliriyor. Sanal bir asistana bağlanan Juliano, ilk olarak puanlarının durumunu öğrenmek istiyor. Sorunu çözümlemeye çalışan sanal asistan, sistemi yeniden başlatacağını söylüyor. İşte şimdi bütün bu sanal gerçeklik sisteminin kapanıp, tüm gerçekliğiyle fiziksel dünya ile başbaşa kaldığımız üç dört saniyenin içindeyiz.

 Hyper-Reality 

 Şu ana kadar gördüğümüz sekanslar bugünkü gündelik hayatın içinde de olan kimi fiziksel ve sanal gerçekliklerin AR(Augmented reality)’ye aktarımından ibaretti. Donna Haraway, Superstudio ve benzerlerinin öngördüğünün aksine teknolojinin kültürel bir devrim yaratmadığı söylenebilir. Superstudio’nun özgür, eşitlikçi ve otoriter güç yapılarından uzak şehir tahayyülüne dair izler görmüyoruz. Öyle ki bilgiye ulaşmanın yöntemi değişse de içeriği değişmiyor. Fakat bunun, yönetmenin bilinçli bir tercihi olduğunu biliyoruz. Nitekim kendi röportajlarında da belirttiği gibi bu filmin üretilmesi; kurumlara, gelecekteki sanal gerçeklik teknolojilerini nasıl tasarlayacaklarını düşündürmesi açısından önemlidir. Bu sebeple Matsuda tasarlanmışlıktan son derece uzak, reklam bombardımanından ibaret bu sanal gerçeklik dünyasını önümüze koyuyor.

Tekrar üç dört saniyelik AR’siz süpermarket sahnesine dönersek fiziksel dünyadaki değişimin market raflarının üstüne eklenen karton QR kodlardan ibaret olduğunu görüyoruz. Juliano baş başa kaldığı fiziksel gerçekliğin içinde, yeniden başlatma sürecini beklerken hiç yerinden kıpırdamıyor. Bu küçük boşlukta herhangi biriyle göz teması kurmuyor, ürünü kendisi bulmaya çalışmıyor veya odağını hiç değiştirmiyor. Fiziksel dünya ile temas kurmayı reddediyor. Juliano’nun içinde bulunduğu reklam bombardımanından oluşan sanal dünyasını fiziksel dünyaya yeğleyişini anlamak çok kolay değil. Fakat daha demokratik bir AR evreni oluşursa; mekanın x y z eksenlerinin dışına taştığı bir dünya imgesi, tasarımın artık sadece romantik anlamda değil tam manasıyla diğer duyulara açılması, oldukça heyecan verici olabilirdi. Kişisel ütopyolarımızı bir kenara bırakıp filme geri dönüyoruz.

Kimliğini doğrulatmak üzere süpermarketten çıkan Juliano, sanal bir kimliği olmadığı için flu gördüğü biri tarafından saldırıya uğruyor. Juliano elindeki kesikle ilgilenmeden önce “Puntos!’’ yakarışı ile puanlarını koruma derdine düşüyor. Ama puanları ve dolayısıyla sanal kimliğini kurtarmanın bir yolu yok. Neyse ki AR sistemi kapanmadan önce, yolun karşısındaki kiliseden alabileceği yeni bir sanal kimliği işaret ediyor. Canhıraş kiliseye koşan Juliano eliyle sanal bir haç oluşturarak katolikliğin 1. seviyesinden sanal dünyaya tekrar giriş yapıyor. Filmin son sahnesinde Juliano’nun katoliklikte seviye atlamak için gerçekleştirebileceği sanal ritüelleri görüyoruz.

 Hyper-Reality 

Matsuda’nın kurguladığı sanal dünyada puanlama sistemine hizmet etmeyen hiçbir öğe yok. Dini seçimler, süpermarket alışverişi, kariyer tercihleri… Sınırsız bir olasılıklar evreni sunan sanal gerçeklik teknolojileri bunu yaparken dünyayı anlama biçimimizi de kontrolü altına alıyor. Fakat yönetmen geleceğin tam olarak böyle olacağını düşünmüyor. Amacı; henüz sanal teknolojilerin kullanımında yolun başındayken, bu teknolojilerin fiziksel ve mental dünyalarımızı nasıl şekillendirebileceğine dair spekülasyonlar üretmek. Nitekim Matsuda iletişim, kentsellik, kamusallığın yok oluşu gibi birçok meseleyi de irdelemeyi başarıyor ve bu konular üzerinde düşünmeye teşvik ediyor. Donna Haraway’in Cyborg Manifesto’da söylediği gibi;

‘’Organizma ve makina arasındaki sınırların karışmasını sevinçle karşılıyor ve bu sınırların oluşturulmasında sorumluluk üstleniyorum.’’ 1

1 Haraway, D.,Siborg Manifestosu (O. Akınhay, Çev.), Agora Kitaplığı Yayınları, 2006.

Burcu Meral. 2014 yılında İstanbul Teknik Üniversitesi’nde başladığı mimarlık eğitimine halen devam etmektedir. 2019 yılında Münih Teknik Üniversitesi’nde öğrenim görmüştür.


 

Benzer İçerikler

Tarihi Metnin Mekânsal Okuması: Machiavelli vs. Nizamü’l-Mülk
Eren Can Altay İskele Blog
Tarihi Metnin Mekânsal Okuması: Machiavelli vs. Nizamü’l-Mülk

Siyaset felsefesi ve tarihi açısından Nizamü'l-Mülk'ün "Siyasetnamesi" ile Machiavelli'nin "Prens"i birçok defa karşılaştırılmıştır. Ancak bu defa, zaman üzerinden yola çıkarak tarihsel bir okuma yapılmamıştır. Tarihsel metinler, günümüzdeki bir mimarın gözünden mekânsal olarak ele alınmıştır.

Devamını oku
Ahmet Doğu İpek’in Başımızda Siyahtan Bir Hale Sergisi Üzerine İzlenimler
Heval Zeliha Yüksel İskele Blog
Ahmet Doğu İpek’in Başımızda Siyahtan Bir Hale Sergisi Üzerine İzlenimler

Ahmet Doğu İpek’in Arter’de yer alan “Başımızda Siyahtan Bir Hâle” isimli sergisi sanatçının 2020–2022 yılları arasında farklı mecraları kullanarak ürettiği eserleri bir araya getiriyor. Heval Zeliha Yüksel, farklı duyulara ve sayısız deneyime açık olan sergiyi Ahmet Doğu İpek ile gezerek sergiye dair izlenimlerini yazdı.

Devamını oku
Paylaş
EN