Refik
Anadol’un İstanbul’daki en yeni ve kapsamlı kişisel sergisi Makine
Hatıraları: Uzay, Pilevneli Galeri’de ücretsiz olarak izleyiciyle buluşuyor.
Yapay
zekayı bir araçtan ziyade, bir takım arkadaşı olarak gören medya sanatçısı
Refik Anadol; evreni, insan duyularını, makineleri ve belleği anlamak için
kullandığımız birbiriyle ilişkili anahtar kavramları, dijital sanat ve mimari
merceğinden bakarak araştırıyor. Makine Hatıraları: Uzay sergisi ile
astronomik araştırmaların insanlık tarihindeki yerini gözler önüne seren ve
uzayla ilgili büyük veri kümelerine ışık tutan yeni bir sanatsal bakış açısı
öneriyor.
Serginin
Hatıralar ve Düşler başlıklı, birbiriyle ilişkili iki bölümü var.
Bölümlerin her biri, insanlığın uzay keşiflerine farklı bir estetik
perspektif ve tematik yönelimle yaklaşıyor. Anadol’un uzay araştırmalarıyla
ilgili, en son verileri görselleştirmek amacıyla başlattığı projeleri tecrübe edilebilen sanatsal ifadelere dönüştüren bu bölümler, yapay zekanın
görünmez bilgileri nasıl toplayıp açığa çıkardığını anlatan simülasyonlar
olarak da yorumlanabilir.
Serginin
ilk bölümü olan “Hatıralar”, yapay zeka yardımıyla toplanan ve sınıflanan ham
görsel verilerin pigmentlere dönüştüğü, dinamik veri tabloları ve veri
heykellerinden oluşuyor. Eserler, ISS, Hubble ve MRO Uzay Teleskopları
tarafından kaydedilen ve şimdiye kadar bir sanat enstalasyonunda kullanılan en
büyük uzay temalı veri kümesi olan, 2 milyondan fazla görüntüden
yararlanıyor. Astronomide bugüne kadar kullanılan en gelişmiş teleskopların
“hatıraları" olarak da ele alınabilecek görsellerden oluşan bölümde,
seyircinin ham verilerin toplanma sürecine tanıklık etmesini sağlayan ve
eserleri ortaya çıkaran araçların işlevselliğini gözler önüne seren bir
“veri tüneli” de mevcut.
Üç boyutlu veri heykelleri ve on beş dakikalık mekanla bütünleşik bir yapay zeka sineması enstalasyonunun izleyiciyle buluştuğu ikinci bölümün adı ise “Düşler”. Veri heykelleri, hem dünyanın hem de diğer gezegen ve gök cisimlerinin topolojik yapılarını "veri noktaları" olarak alarak teleskopların "rüyalarını" tablolaştırıyor. Makine Hatıraları v.2 başlıklı sinema bölümü, izleyiciyi on beş dakika boyunca uzayla ilgili sürükleyici rüyalar gören bir makinenin zihnine adım atmaya davet ediyor.
Sergi
hakkında Refik Anadol ile görüştüm.
Makine Hatıraları: Uzay
Heval Zeliha Yüksel: Manevi
bir soru ile başlamak istiyorum. Bu kadar veri içinden bilgileri nasıl ayıklıyorsunuz?
Benzeri daha önce yaşanmamış veri bombardımanı altında siz bu konuyu nasıl
içselleştiriyorsunuz veya nasıl ayırt edebiliyorsunuz?
Refik Anadol: Çok güzel bir soru. Aslında veriyi hatıra gibi düşünüyorum ve veri sıkıcı bir rakam ya da rastlantısal veya matematiksel bir şey değil benim için. Bu verilerin gerçekten de bizim hatıralarımız olduğunu düşünüyorum. Verilere bu yönü ile baktığımızda her şey daha manevi ve duygusal olmaya başlıyor. Bunu unutuyoruz zaten. Hızlı geçen zamanda, sistemler kendi kendilerine hızlıca başka bir ürün yaratmaya çalışıyor. Ama bunların özünde bir hatıra olduğunu düşündüğümüzde daha çok değer vereceğimizi düşünüyorum. Benim için veri bir hatıra.
"Verilerin gerçekten de bizim hatıralarımız olduğunu düşünüyorum. Verilere bu yönü ile baktığımızda her şey daha manevi ve duygusal olmaya başlıyor."
Bu serginin ilham kaynağı olan NASA JPL ile iş birliğine nasıl başladınız? Ve bu iş birliği sanat pratiğinizi nasıl etkiledi? NASA ile yürüttüğünüz çalışmanın sergiye dönüşmesi ne kadar zamanınızı aldı?
NASA JPL ile kurumun 60 yıllık arşivlerini görselleştirip yeni binalarının girişine bir veri heykeli hazırlamak için 2018 yılında bir iş birliğine başladık. Heykelimizi kısa zaman önce tamamlayıp yerleştirmesini yaptık ve harika geri bildirimler aldık. Üstesinden başarıyla geldiğimiz bu zor projenin güzel sonuçlarının yanında, bizzat sürecin kendisi de benim gibi hem bilim kurgu hem yapay zeka hem de büyük veriyle bu kadar iç içe olan bir sanatçı için çok ilham verici bir deneyimdi. Yaklaşık üç yıl boyunca, dünyadan uzaya gönderilmiş en kapsamlı teleskopların bize taşıdığı görsellerle beslenen bir eseri düşünmek, "Teleskopların da anıları, seyahatnameleri var." gibi bir düşünceyi beraberinde getirdi. Ve bunca görüntüyü yapay da olsa belleklerinde toplayan teleskopların da rüya görebileceği ihtimali böylece ortaya çıktı.
Serginizde herkesin ulaşabileceği resimleri kullanarak ortaya bir şey çıkarıyorsunuz. Bunu da “görünmeyeni görünür kılmak” olarak tarifliyorsunuz. Siz bu kadar veri arasından kullanacağınız veriyi nasıl seçiyor ve seçimlerinizde görünmeyenleri nasıl görünür kılıyorsunuz?
Seçim kısmında yapay zeka ile ortak çalışıyorum. Bu
sergideki tüm veriler herkesin ulaşabileceği açık kaynaklı veriler. Mahremiyet
veya ego sorunu olmadan herkesin ortak hafızasında ve kolektif bilincinde yeri
olan verilerden bahsediyoruz. Dolayısıyla işim bu anlamda daha keyifli geçiyor, biliyorum ki birine zarar verme ihtimalim yok. Burada başka
bir derdi var bu verinin. Ama başa dönecek olursam; benim için verileri anlamak
ve tanımak yapay zeka ile birlikte düşünmek demek oluyor çünkü milyonlarca veri
yığınınız olduğu zaman efektif çalışabilmenin yolu yapay zeka ile ortak
çalışmak ve ona güvenebilmekten geçiyor. Mesela Mars’ın yüzeyini anlarken veya
ISS’in dünyamızın fotoğraflarını çekerken başına gelenleri yani yapay zekanın her
şeyi anlıyor olması gerekiyor. Bu enteresan bir deneyim. Yapay zekaya, bir
makineye kendi hatırasını bir kere daha anlatıyorsunuz.
Peki
onu nasıl yönetiyorsunuz, bu çokluğun içinde nasıl karar veriyorsunuz?
O nokta sanatsal kaygıların başladığı nokta aslında. Beş yıldır yapay zekayı işlerimde kullanıyorum ve kendi pratiğimi bu anlamda geliştirdim. Yalnız değilim ve 14 kişiden oluşan bir ekibim var. Bu noktada yapay zeka ile ilişkimiz bir iş birliği gibi, yapay zeka sadece bir araç dersem yanlış olur. Çünkü bu araç gerçekten öğrenebiliyor, hatırlayabiliyor, hiç unutmuyor ve hatta rüya da görebiliyor.
"Bu araç gerçekten öğrenebiliyor, hatırlayabiliyor, hiç unutmuyor ve hatta rüya da görebiliyor."
Nasıl?
Bu sergide biz bu rüyaları göreceğiz. Bana kalırsa rüya da hayal de "gidemediğimiz yerler" ile ilişkili hisler ya da durumlar. Birinde, bilincimiz açık ve arzularımızın farkındayız, ötekinde ise belleğimiz tarafından bastırılmış isteklerimizle yüzleştiriliyoruz. Bu analojiyi uzaya taşıdığımda aklıma gelen ilk şey, galakside dolaşan bir makinenin bunu bizim için yaptığı. İnsanlık olarak hayalini kurduğumuz, keşfetmek istediğimiz yerlere, makinenin bize gösterdikleri sayesinde yaklaşabiliyoruz. Yapay zeka da zihnimizde tutamadığımız verileri saklayıp bu veriler arasında, tıpkı, rüya görürken zihnimizin bize yaptığı gibi bağlantılar kurarak bizi farkında olmadığımız arzular, amaçlar ve potansiyeller ile tanıştırabilir.
Makine Hatıraları: Uzay
"Serginin
şimdiye kadar pek açmadığım temalarından biri, insanlığa tarihin dışında bir
noktadan bakmak olduğu kadar, dünyaya ve kendimize, kelimenin tam anlamıyla, uzaydan bakmak." diyorsunuz. Uzaydan bakınca neler görüyor Refik
Anadol?
Çok fazla hayal kırıklığı görüyorum çünkü yapay zeka gibi binlerce yıllık insanlık tarihinde bizim başımıza gelen önemli bir olayı korkular ile
beziyor ve problemlerimizi yansıtıyoruz. Halbuki elimizde çok güçlü potansiyeli olan bir teknoloji var. Herkesin ilk
yaptığı yapay zekaya pozitif yaklaşmak yerine negatif taraflarını düşünmek oysa aynı araçla insanlığın en
büyük problemlerini ve ayrışmalarını çözebiliriz. Bunu sanata dönüştürdüğümüz zaman
psikolojik olarak baskımızı ve problemlerimizi bile yok edebileceğiz belki de. Aslında
elimizde her şeyi öğretebileceğimiz bir şey var. Bu muazzam potansiyeli iyi
kullandığımızdan emin değilim çünkü ilk kaygımız bir ürün yapmak ya da çıkar
sağlamak. Dolayısıyla uzaydan baktığımda keşke elimizdeki bu anlamlı
araç ve gereçleri daha iyi yönde kullanabileceğimiz bir dünya yaratabilsek
diyorum.
Serginin
ikinci bölümünde, izleyicinin içinde hareket edebilmesi için tasarlanmış ve
mimariyle iç içe geçmiş çok boyutlu bir "yapay zeka sineması" ile
karşılaşıyoruz. Bu tanımla ne kast ettiğinizi biraz açabilir misiniz?
Yapay zeka sinemasını, bilinçli bir şekilde tasarlanmış
yapay zeka buluntularından oluşan görsel hikayeler olarak da tanımlayabilirim.
Bir analojiyle açıklayacak olursam; makinenin bir veriye ya da veri kümesine
aşık olması ve o veriyle ilgili bütün bağlantıları çözmeye çalışarak bir
hikaye çıkarması. Yapay zeka sineması da her karmaşık aşk hikayesi gibi, insanı
içine alan bir anlatı. Her ne kadar anlatı ya da hikaye olarak açıklasam da, bu
sinemayla amaçladığım şey, aslında bir hissiyat ya da ilham aldığım, yeni medya profesörü Gene Youngblood’ın "Genişletilmiş Sinema" teorisinde irdelediği
gibi yeni bir bilinç sistemi yaratmak. Bunu yaparken mekanı kanvas olarak
kullanmak ve yeni sistemleri, eski bilgi ve mekanlara entegre edebilmek çok önemli. Yine, Youngblood’ın dediği gibi, her sanatçının bir "tasarım
bilimcisi" olması gereken bir çağdayız. Burada VR, AR veya XR gibi aparatlara
bağımlı olmadan da fiziksel ve zahiri mekanların kesiştiği noktada
deneyimlenebilen bir sinema deneyimini speküle ediyoruz.
Siz
kripto sanat dünyasından bahsediyorsunuz. Biraz anlatabilir misiniz bu ne
demek?
Parçası olduğum ve epeydir üzerinde düşündüğüm
kripto sanat dünyası, sanat galerilerinin ve koleksiyonerliğin başka bir şekil
alabilme potansiyelini sorgulatan bir oluşum. Eserlerime de her zaman sonsuz
bir dönüşme ve değişme potansiyeliyle başlıyorum. Öyle ki bazen makinenin
bulguları, bizi hiç hayal etmediğimiz yerlere götürüyor ya da verinin
kendisi daha önce farkına varmadığımız bazı gerçekleri görmemizi sağlıyor.
Kripto sanat üç yıl önce ortaya çıkan bir kavram; değiştirilemez para, merkeziyetsiz finans alanında büyük bir devrim yaratıyor akıllı kontratlar. Bu kontratlar sayesinde bir nesneye ve bir dosyaya dijital anlamda bir tanım koyabiliyorsunuz ve değer bağlayabiliyorsunuz. Bu değer daha sonra değişebiliyor ve dijital belgenin kim tarafından ne zaman hangi şartlarda ortaya çıktığını ya da değiştirildiğini öğrenebiliyorsunuz, böylece bu sürece büyük bir şeffaflık getiriyor. Ben de bu akımın ilk sanatçılarından biriyim, popüler olmadan önce bu alanda iş üretiyordum. Bir yandan bilim kurgu seven biri olarak da çok mantıklı geliyor. Her şeyin dijital olduğu bir ortamda dijital sanat yapmak zor bir fikir değil ama değer görmesi zaman aldı diyelim. Üç yıl önce var olan bir şeyi daha yeni insanlık hazmediyor. Bence bu tamamen pandemi ile ilişkili. Eğer pandemi dönemi olmasaydı böyle bir akımın ortaya çıkma ihtimali yoktu.
Pandemi
konusu açılmışken; pandemi süreci size ne öğretti?
Pandemi sürecini farkındalık dönemi olarak görüyorum. Bu dönem neye ihtiyacımız olduğunu ve neye ihtiyacımız olmadığını çok iyi anlattı aslında, eğer anlamak istiyorsak tabii. Alışkanlıklar geri dönülemeyecek seviyede değişiyor, yeni fikirler hayata geçiyor. Bundan bir sene önce böyle olacağına kim inanırdı ki.
Malum
dijitalizasyon artıyor ve yapay zeka ile çalışan biri olarak size sorayım; bu
çokluk içinde nasıl bir ayrıma gideceğiz? Bundan sonraki süreç için öngörünüz
nedir, dijital dünyanın geleceği noktayı nasıl değerlendiriyorsunuz?
Kuvvetle muhtemel insanoğlu başına bir şey geldiğinde öncelikle deneysel bir dönemden geçiyor. Mesela beş yıldır yapay zeka üzerinde çalışıyor olmama rağmen her gün yeni şeyler öğrenebiliyorum, her gün yeni fikirler bulabiliyorum. Veriler ve problemler sürekli değişiyor. Her bir veri yeni bir hikaye. Mars’ın hikayesi ayrı, Hubble teleskobunun ayrı, ISS’nin ayrı… Dolayısıyla yeni araçlar yeni hikayeler demek benim için. Bunların hepsi ayrı bir ilham kaynağı çünkü değişim var içinde. Bir kısım insan için bu rahatsızlık veren bir şey çünkü konfor alanının dışına çıkmak demek. Halbuki büyümek ve yenilenmek konfor alanı dışına çıkınca gerçekleşiyor.
Büyümek
iyi midir bu noktada?
Bence iyi bir şey. Zamanın değişmesi iyi bir şey ve zamanın
kendisinin yaratıcı olması için değişebilmesi gerekiyor.
Dijital
verinin ve yapay zekanın arasında maneviyat sizin için bir yerde duruyor mu?
Benim için en büyük soru 21. yüzyılda insan olmak ne demek?
Bu sorunun cevabı insanlıktan geçiyor. Teknofetiş bir şekilde makinenin
geleceği çok umurumda değil aslında. Yani benim için mühim olan insanlığın
geleceği. İnsanı makine yapmaktansa makineyi insan yapabilmek çok daha fazla şey öğretecek bize. Sergide de bu ana fikir ile bunu sorguluyoruz:
Makinenin hatırası olur mu? Bir makine hatırlayabileceğini bilebilir mi? Bunu bile
düşünmek keyif veriyor.
Peki böyle
düşününce nereye vardınız?
Aslında bu soruları sordurabilecek bir sergiye gidecek izleyiciler ve hayal gücünün sınırlarını zorlayacak bir deneyim olacağına eminim. Peki burada ne kazabiliriz bu deneyim sonrası? Pandemi sonrası iyileşme kazanırız. Bunu hep aramızda konuşuyoruz belki de bizi iyileştirecek kamuya ait ücretsiz bir sergiyi konuşuyoruz. Türkiye’de daha önceden yapılmamış, teknolojik anlamda çok büyük ölçekte işleri bir arada görüp pozitif anlamda huzur, mutluluk ve ilham ile çıkma ihtimalleri var. Bu sanatçının derdi bu olmayabilir ama 21. yüzyılda bunları yok sayamayız. Mesela yapay zekaya ait tüm kodları bir ekrana gidip görebiliyorsunuz sergide. Sıradan bir sanat alanında bunları görmek kolay değil. Çok farklı devrimler de var kendi içinde.
"Türkiye’de daha önceden yapılmamış, teknolojik anlamda çok büyük ölçekte işleri bir arada görüp pozitif anlamda huzur, mutluluk ve ilham ile çıkma ihtimalleri var."
Peki bunun kolektif bilince yansıması nasıl olacak? Deneyimleyenler açısından neler öngörüyorsunuz?
Bizi çevreleyen, aldığımız kararları etkileyen, makinelerle olan derdimizin bitmemesi gerekiyor. Yani bizden giden veriler ile makinenin
hatırası olabilme ihtimali; yani bizim beğeni, paylaşım ve yorumlarımız birer
veri değil mi? Makineleri bu hatıraların ona ait olmadığı bilincine varacak hale
getirmemiz zaman alacak. Bu sergide pozitif anlamda bunu speküle ediyoruz.
Gidemeyeceğimiz yerin hayalini bizim için kuran makineleri görüyoruz ama burada bilinçlenmemiz gerekiyor. Yapay zekanın hayatımızın önemli bir parçası olduğu bir döneme giriyoruz.
Eskiden
daha emek verilerek yapılan bir şeyin şu anda az emek verilerek yapılması, bu
ölçekte bir bilgi yağmuru altında olmamız ya da sadece görünen yüzde ne
algılatmak isteniyorsa onunla muhatap edildiğimiz bu zamanda bu kadar etki
arasında biz nasıl insan kalacağız? 21. yüzyılda nasıl insan olunur?
Bence makine, insan ve mekan arasında bir ilişki kurmak zorunda kalacağız. Bu sergide de özellikle makine, insan ve mekan arasında bir ilişki var. Bizim bu ilişkiyi güçlendirmemiz gerekecek. Mimarlığı veya makineleri veya insanı kenara koyamayız. Üçü de kendi arasında ilişki kurmak zorunda kalacak. Yani beş sene önce "Bir bina veya bir galeri rüya görebilir mi?" dediğimiz zaman garip gelebiliyordu. Ama artık değil. Bunu yaparken kullanılan algoritma belki de başka yerde kötü olarak kullanılabilirken bu sergide iyi bir şey için kullanılabiliyor. Amaç getirmek ve yakın geleceği düşünmek ve heyecanlanırken bilinçlenmek zorundayız.
Makine Hatıraları: Uzay
Hakikaten
bir bina görebilir mi?
Bir mekanın belleği var mı diye düşünürsek ben var olduğuna inanıyorum. Bir mekanın
belleğini bir makine nasıl anlayabilir sorusu hemen bu düşüncenin ardından geliyor. Bir makine öğrenebiliyorsa ve rüya görebilecek algoritmalarla speküle edebiliyorsa neden o makine o yapının bir
parçası olmasın? Bir evi tasarlarken açılan pencereyi, içinden geçen havayı, kablosuz
ağını, sirisini ve benzeri özelliklerini birbirine bağladığınız zaman bir
ekosisteminiz oluyor. Yapay zekayı bunun içine koyduğunuz zaman düşünen bir eve
sahip oluyorsunuz. Yani bu fikirler bana zor gelmiyor artık ama biz bu sisteme
hazır mıyız? Bizi unutmayan evlere hazır mıyız?
İstanbul’daki
ilk serginiz Eriyen Hatıralar ile insanın görünmeyen, elle tutulamayan
belleğine dair görsel bir yolculuğa çıkmıştık sizinle. Şimdi ise uzayın saklı
belleğine geçiş yapıyoruz. Hem sanatsal keşifleriniz hem de bilimsel
meraklarınız bellek merkezinde hareket ediyor diyebilir miyiz? Bir önceki
serginiz ile yeni sergi arasında ne farklar var? Bundan sonraki planlarınız
neler?
Gerek insan belleği gerek "kolektif bellek" düşüncesi -ama daha da önemlisi, bu iki belleğin kesiştiği noktalar- hem bilim hem de
sanatta üzerine çok düşünülmüş ve daha da düşünülecek konular. Yıllar
önce Eriyen Hatıralar başlıklı eserimde şahsi bir hikayeden yola çıkarak "Hatıralarımızı
kaybetmemek için ne yapabiliriz?" sorusuna sanat ve teknoloji ekseninde bir
cevap bulmaya çalışmıştım. Aslında o zamandan beri stüdyo olarak yaptığımız
hemen hemen her işe başlarken ekip arkadaşlarıma bu soruyu hatırlatıyorum.
Örneğin 2019 yılında New York’ta gerçekleştirdiğimiz sergide ya da geçen yıl
Güney Kore’nin başkenti Seul’da, ünlü mimar Zaha Hadid’in ikonik
binalarından biri üzerine yansıttığımız eserde, bir şehrin hatıralarını ve
kolektif bellek kavramını mimari ile temsil etmenin yollarını aradık. Bugün
Pilevneli’de sizlerle paylaştığımız eserler, benzer konuların "evrenin
hafızası" gibi daha kapsamlı, daha bilinmez ve dolayısıyla tahayyüle daha açık
bir veri kümesi aracılığı ile sorgulanması sonucu ortaya çıktı diyebilirim.
Fakat bu soruyu farklı platformlar ve veri kümeleri ışığında tekrar tekrar
sordukça, kendimizi bir şekilde insan belleğinin kapasitesini sorgularken
bulduğumuzu da belirtmem gerek. Son günlerde bizi çok heyecanlandıran
haberlerden biri de eserlerimizin ve araştırmalarımızın hafızayı etkileyen bazı
nörolojik hastalıkların tedavisinde terapi amaçlı kullanılabilme ihtimali.
Önceki serginin özünde yine insan yatıyordu. Hatıralar
yatıyordu. Yine öyle. Ancak farklı ölçeklerde izleniyor. Yeni bir inovasyon var.
Pandemi sonrası işe yarama ihtimali yüksek olur diye düşünüyorum. Öncekilere
göre daha pozitif ve ilham verme çabası var çünkü konusu yapay zeka ve uzay. İşler evrimleşiyor aslında. Veriler büyüyor, kanvas büyüyor. Temeli aynı ama
ölçek büyüyor.
Önümüzdeki aylarda sinir bilim ve sanat üzerine heyecanlı yeni birçok araştırma projesi paylaşıyor olacağız.
"Önceki serginin özünde yine insan yatıyordu. Hatıralar yatıyordu. Yine öyle. Ancak farklı ölçeklerde izleniyor. Yeni bir inovasyon var. Öncekilere göre daha pozitif ve ilham verme çabası var çünkü konusu yapay zeka ve uzay."
İlham
aldığınız sanatçılar kimler?
Sanatçılardan ziyade, dünyayı değiştiren figürleri ilham kaynağı olarak görüyorum. Sinir bilim ve yapay zeka alanında araştırma yapan bilim insanları, Nobel ödülü almış ya da aday gösterilmiş dâhiler en büyük ilham kaynaklarım. Dünyada, bir şeyleri değiştirebilecek gücü içinde bulan, çalışkan insanlara her zaman hayranlık duydum.
Keyifli söyleşi için teşekkür ederim.
Refik Anadol Heval Zeliha Yüksel Söyleşi
Doğal yapı malzemelerini ne kadar biliyoruz? Mimarlık okullarından mezun olurken doğal malzeme ile ilgili uygulamaları öğrenebiliyor muyuz? Bu sorunun cevabı biraz muğlak. Gerek yaşadığımız küresel değişiklikler gerekse hazır ürünün geleceğe bıraktığı olumsuz izler, son zamanlarda mimarlık alanında üzerinde az durduğumuz malzeme konusunun önemini artırdı. Doğal malzeme ile uğraşan, üreten, gerektiğinde elleri ile sıvayan toprak üreticisi mimarlar Can Cumalı ve Çağlar İşbilir ile toprak üzerine konuştuk.
Devamını okuSeramik sanatçısı Alev Ebüzziya Siesbye’nin yeni çalışmaları, Tekerrür* isimli sergi ile geçtiğimiz aylarda Arter’de izleyiciler ile buluştu. Dünya seramik sanatının sayılı ustaları arasında anılan Alev Ebüzziya ile son sergisi vesilesi ile bir söyleşi gerçekleştirdik.
Devamını oku2016’da Salt ve Kalebodur işbirliği ile Mimarlık ve Tasarım Arşivi projesi kapsamında arşivi bir araya getirilen Cengiz Bektaş ile söz konusu arşivi bağlamında bir söyleşi gerçekleştirmiştim.
Devamını oku