Serinin geçmiş yazıları olan "Peyami’nin Mekânı: Fatih Harbiye" ve "Orhan ile Kemal’in Konakları"nın aksine bu sefer, mekânı daha farklı kullanan
bir yazar üzerinde duracağım. Diğer metinlerin odağına yerleşen toplumsal
hafızanın mekân üzerinden kurgulanma izlencesi, yerini bireysel bir hafıza
üretimine bırakacak. Sabahattin Ali’nin "Kürk Mantolu Madonna" eseri ise, bu
farklı mekân algısını ortaya koyabilmek için fazlasıyla örnek içermektedir.
Sabahattin Ali'nin de gösterdiği gibi, mekânsal kullanım ideolojik ya da
düşünsel bir anlam içermek zorunda değildir. Aksine, Kürk Mantolu Madonna'da
görülen durum, mekânın haylice bireysel bir kullanımıdır.
Birey, çevresi ve başka bir birey ile arasındaki ilişkiyi mekân
üzerinden tahayyül edebilir. Bu sayede şu ana kadar toplumsal hafızanın
cisimlerini üreten mekân, tamamen kişisel bir hafıza üretimine sahne olur. İki
kişinin aynı anda paylaştığı bir mekân onlar arasında bir köprü olabilir. Ancak
daha da etkilisi, zaman kavramının aradan
Eser, karakterlerin cisimlere ya da mekânlara aktarımları
üzerinden ilerler. Yani karakterlerin benlikleri materyal dünyanın nesnelerinde
ifade bulur. Raif Efendinin defteri ile Maria Puder'in tablosu roman boyunca en
net cisimleştirmelerdir. Puder'in ya da Raif'in hayatları ve düşünceleri bu cisimler
aracılığıyla okuyucuya verilir. Okuyucuyla eş zamanlı bir şekilde -özellikle
Raif’in defteri ile- anlatıcı da bu iki karakteri öğrenir. Raif'in Maria Puder
ile olan ilk karşılaşması bir tablo üzerinden olur. İlk etkileşimin yaşandığı
bu an ile Raif, gerçek hayatta hiçbir bağı olmayan bir karakter hakkında erken
izlenimler edinmeye başlar. Mekân-cisim üzerinden alınan bu veriler, daha
tanışmamış olsalar da, ikili arasındaki ilişkinin başlangıç noktasını
oluşturur. Hatta bu ilk izlenimler Puder ile tanıştıktan sonra da, Raif'in
düşüncelerini etkilemeye devam eder.
"Bu halinde, zihnimde yaşattığım mağrur, müstağni, kuvvetli
iradeli kadınla kıyas edilmeyecek kadar sarih bir zavallılık vardır."1
Ortaya konan, gerçeğe ve imaja yöneltilen bu bakış, imajın algıdaki üstünlüğünü ortaya koyması ile devam eder. İmajın algısı gerçeği kaplar. Raif;
"Tablo, aslını görmek kudretini gözlerimden alacak kadar mı beni sarmıştı?"2
diyerek, kendisi de şaşırır bu algı kaymasına.
Aslında okuyucu olarak biz de bu ilişki çeşidinin bir ucunda yer alırız. Cisimleştirmenin bir örneği okuyucuyu da içine dâhil eder. Okuyucu, anlatıcının okuduğu bir kitabı dinlemektedir aslında. Yani kitabın kitabını okumaktadır. Okuyucu olarak biz de bu cisimleştirmenin bir parçasıyızdır. İki basamaklı bir veri aktarımının parçaları romandan taşmaktadır.
"Buraya neden geldiğimi şimdi anlamıştım: Onun ve onun kafasının içinden geçenleri burada daha iyi göreceğimi zannediyordum."5
Ancak bu cümlenin hemen sonrasında, bu ilişki yüzeysel bir mekân
felsefesi gibi sorgulanır.
"Onun yaşadığı yerde yaşamak, onun gibi yaşamak demek değildi…
Bunu zannetmek için pek saf ve ancak benim kadar gafil olmak lazımdı."
Bu çıkarımın yapılmış olmasına ve geçerliliğinin sorgulanmasına
rağmen, yazar, mekânı farklı kişileri birbirlerine bağlamak için kullanmaya
devam eder. Hatta aksi bir önerme ile Raif, Maria'yı, mekânın bu özelliği
üzerinden bulur. Önceki gece Maria'yı bir sokakta gören Raif, bir sonraki gece
onu nerede bulacağına dair bir fikri yokken,
sebebini bilmeden kendisini yine aynı sokakta bulur.
"Karşıya gelen sokağa girdim ve bir gece evvel Frau van
Tiedemann'la sarmaş dolaş durduğumuz yere geldim. Sanki aradığım insan
birdenbire peyda oluverecekmiş gibi gözlerimi ilerideki elektrik direğinin
altına diktim." 6
Anlatıcı-Raif örneğinin aksine bu kez eş mekân üzerinden kurulmaya
çalışılan bağlantı sonuç verir. Anlatıcı, Raif'i Ankara sokaklarında anlayamaz
ancak Raif, Maria'yı Berlin sokaklarında tekrar bulur. Maria o sokaktan tekrar
geçer.
Eş mekânsal bulunuşlar bununla sınırlı kalmaz. Raif’in Maria ile
ayrılığının karakterler üzerindeki etkileri üzerinde durulurken en derin
betimleme mekân kullanılarak verilir. Raif’in fark etmeden gittiği ağaç, 100
yıl öncesinde "bedbaht Alman şairi Kleist'la sevgilisinin birlikte intihar
ettikleri"7 yerdir.
Mekân 100 yıllık bir zamanı yok sayar ve bugünün karakteri ile geçmişin olayını
özdeşleştirir. Raif aşkından ölmez. Sadece aynı ağacın altında bekler. Klişe
bir cümle kurulmaz. Raif sadece bekler.
Sabahattin Ali'nin mekâna olan kişisel yaklaşımı, serinin diğer analizlerinin
aksine, zaman-mekân birlikteliğini zorlayacak, hatta kimi zaman yıkacak bir
aşamaya ulaşır. Buna sebep olan durum, roman mekânına bakış atan gözün ölçekler
arasında geçişler yapmasıdır. Ölçek değiştikçe, mekâna yüklenen anlam da
değişiklik gösterir. Peyami Safa'nın toplumsal mekânının kurulabilmesi için
gereken zaman-mekânsal devamlılık, ölçeği kişisel bir seviyeye çeken Sabahattin
Ali için geçerli olmaz. Esir Şehir üçlemesinde Kemal Tahir, toplumsal ve
ideolojik bir bakıştan mekân yaratmaya devam ederken, Orhan Pamuk’un İstanbul
romanı, çocukluk anıları ile kişisel bir mekân okumasının izlerini
hissettirmeye başlar.
Seri boyunca sadece 4 romana değinmiş olsam da, sayısız edebi
eser, yazın ya da film benzer mekânsal analizlere tabi tutulabilir. Bu ister
eser sahibi tarafından bilinçli bir şekilde kullanılsın, ister fark edilmeden
kendini ele versin, mekân kurgu hakkında destekleyici ya da derinleştirici bir
etki yaratır. Mekânsal düşünce üzerine yoğunlaşmış herhangi bir
disiplin-mimarlık, coğrafya vs.- mekân gözlüğünü takıp ek analizlerde
bulunabilir. Her ne kadar eserin tüm derinliklerini ortaya çıkarmak için
yetersiz kalacak olsa da, analize farklı bir bakış kazandırır.
1 Ali, S., Kürk Mantolu Kadın, S. 68, Türkiye İş
Bankası Kültür Yayınları, 2020.
2 Ali, S., Kürk Mantolu Kadın, S. 72, Türkiye İş
Bankası Kültür Yayınları, 2020.
3 Ali, S., Kürk Mantolu Kadın, S. 72, Türkiye İş
Bankası Kültür Yayınları, 2020.
4 Ali, S., Kürk Mantolu Kadın, S. 165, Türkiye İş
Bankası Kültür Yayınları, 2020.
5 Ali, S., Kürk Mantolu Kadın, S. 30, Türkiye İş
Bankası Kültür Yayınları, 2020.
6 Ali, S., Kürk Mantolu Kadın, S. 40, Türkiye İş
Bankası Kültür Yayınları, 2020.
7 Ali, S., Kürk Mantolu Kadın, S. 125, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2020.
Eren Can Altay. Bahçeşehir Üniversitesi’nde mimarlık lisans eğitimi aldı ve bu süre zarfında çeşitli mimarî yarışmalara katıldı. “Şehrin Yatay Düzlemleri” projesi ile 2014 Ytong mimarî fikir yarışmasında eşdeğer ödüle layık görüldü. Yüksek lisansını İstanbul Bilgi Üniversitesi Mimarlık Tarihi, Teorisi ve Eleştirisi bölümünde tamamladı ve “Alternatif Kamusal Alan Olarak Artık Mekan ve Bireysel Kullanım Olasılıkları” başlıklı teziyle buradan mezun oldu. XXI ve Betonart gibi mimarî dergilerde yazıları yayımlandı. Salt ve TAK gibi kurumlarda sunumlar gerçekleştiren Eren, mimarlığı “öğrenmeye” devam ediyor.
Siyaset felsefesi ve tarihi açısından Nizamü'l-Mülk'ün "Siyasetnamesi" ile Machiavelli'nin "Prens"i birçok defa karşılaştırılmıştır. Ancak bu defa, zaman üzerinden yola çıkarak tarihsel bir okuma yapılmamıştır. Tarihsel metinler, günümüzdeki bir mimarın gözünden mekânsal olarak ele alınmıştır.
Read moreAhmet Doğu İpek’in Arter’de yer alan “Başımızda Siyahtan Bir Hâle” isimli sergisi sanatçının 2020–2022 yılları arasında farklı mecraları kullanarak ürettiği eserleri bir araya getiriyor. Heval Zeliha Yüksel, farklı duyulara ve sayısız deneyime açık olan sergiyi Ahmet Doğu İpek ile gezerek sergiye dair izlenimlerini yazdı.
Read more