Saat ve bina mı? Nerede, ne zaman, nasıl ve daha da önemlisi neden buluştular? İşte bu soruların cevabı için biraz “eski” zamanlara ışınlanıyoruz.
1920 ve 1930 aralığında adeta bir saat sarkacı gibi salınıp duruyoruz. 1920’ler dünyasının insanları pek mutlu görünmüyorlar çünkü Dünya Savaşı’nın yarattığı büyük yıkımın etkisini henüz üstlerinden atabilmiş değiller. “Eski” ve kötü günlerin izlerini silmek ve dünyaya “yeni” bir düzen getirmek için çabalıyorlar. İşte Art Deco akımı, tam da bu zamanlarda “eski” ve “yeni” uçlar arasında bir köprü kurmakla işe başlıyor. Köprü kısa süreliğine kurulmuş, geçici bir yapı gibi görünse de köprünün etkisi ev eşyalarından kıyafetlere, binalardan biblolara değin her yerde hissediliyor.
Art Deco’nun simetriye, keskin açılara, parlak ve karşıt renklere, egzotik malzemelere, gösterişe ve zikzak motiflere olan tutkusunu anlayabilmek için zamanı biraz daha geriye sarıyoruz. İşte 19. yüzyıla geldik. Bu yüzyılda Batı’da sanayi ve endüstride yaşanan büyük gelişmelerin etkisiyle ortaya çıkan yeni malzeme ve yapım yöntemleri, mimarlık alanında makinenin vurgulandığı teknoloji yönü ağır basan tasarımların yapılmasına neden olmuştur. Bu duruma ilk tepki, yüzyılın sonlarında ucuz ve seri üretimin niteliksiz ürünlerine karşı Orta Çağ’ın zanaat geleneğini savunan John Ruskin’den gelir ve William Morris 1880’lerde Arts & Crafts hareketini başlatır.
Morris, makine odaklı tasarım tutumunu reddederek günlük kullanılan eşyalarda el işçiliğinin güzelliğini ön plana çıkaran sanatı savunmuştur. Bu akım, 1900’de Paris Evrensel Sergisi ile tanıtılan “yeni bir sanat” yaratma amacını taşıyan Art Nouveau’nun da kıvılcımlarını oluşturmuştur. Art Nouveau tasarımcıları, modern kavramını içselleştirirken, Arts & Crafts tasarımcılarından farklı olarak, seri üretimin ve teknolojik gelişmelerin avantajlarını da benimsemişlerdir. Fakat yeni malzemeler üzerinde kullandığı kıvrımlı çizgileri ve ağır yüzeysel süslemeleriyle 19. yüzyılın tarihselci ve canlandırmacı üslubuna yaklaşarak teknolojik gelişmelerin gerisinde kalan kısa ömürlü bir akım olmuştur.
Görsel 1-2 Art Nouveau akımının örnekleri: Uluslararası Tassel Oteli ve Grand Palais.
Bauhaus ve Art Deco
Şimdi zamanda biraz ileri gidiyoruz ve 20. yüzyılın başlarında duruyoruz. Artık sahneye, Dessau’daki yeni binasına taşınan Bauhaus çıkmıştır. Endüstri ve zanaat temelli üretimler arasında yaşanan gerilim had safhadadır. Bauhaus ekolünde, tasarımların seri bir şekilde üretilmesinin yanında hem işlevsel hem de estetik açıdan güzel olması beklenir ve atölyelerindeki tasarımcıların, Walter Gropius’un da savunduğu gibi, üretimde makinenin rolünü anlayabilecek şekilde yetiştirilmeleri gerektiği savunulur. Bu söylem size de çok tanıdık gelmedi mi? Tasarımda yapay zeka teknolojilerini tartıştığımız şu günlerde, 1926 yılında Bauhaus atölyelerinde yankılanan makine seslerini duyuyor olabilir miyiz?
Art Deco akımı ise bu seslerin yalnızca bir kısmına kulak vermeyi tercih etmiş ve Bauhaus ekolünün modern hareket geometrisinin rasyonel formlarını benimsemiştir. Geri kalan kısmında ise özgün bir ses oluşturmaya çalışmış, sesinin ritimlerini ise Antik Mısır, Mezopotamya ve Orta Amerika’daki yerel motiflerden aldığı ilhamla oluşturmuştur.
Art Deco'nun Temel Prensipleri
Art Deco ilk kez, Uluslararası Çağdaş Dekoratif ve Endüstriyel Sanatlar Sergisi’yle 1925 yılında Paris’te tanıtılmış, sonrasında tüm dünyada –özellikle Amerika’da- çok rağbet gören bir akım olmuştur. Art Nouveau’nun Rokoko tarzı kıvrımlı estetiğinin yerine; kübizm, pürizm ve fütürizm gibi akımların açılı formlarıyla oluşturduğu sert geometriler benimsenmiştir. El emeğinin yerine sanayi temelli üretimi koymasıyla gerçek anlamda yeni bir akım olabilecekken, kullandığı zikzak motifler ve ziggurat basamaklı çatılardan oluşan gökdelenlerle antik dönemlere güçlü atıflarda bulunduğu için geçmiş ve gelecek arasında mekik dokuyan bir akım olmuştur. Yani hem “eski” hem de “yeni”dir. Süs eşyalarından arabalara, dergi kapaklarından gökdelenlere kadar birçok alanda uygulanmasına rağmen kullandığı lüks malzemelerle ve özel tasarımlarıyla, belirli bir kitleye hitap edebilmiştir. Bu yüzden de çoğu zaman, bir akım olarak değil de abartılı bir süsleme stili olarak görülmüştür.
Art Deco akımının büyüleyici etkisine kapılan sanatçılar ve mimarlar tasarımlarında; bir yandan yeni ve modern olan cam ve çelik türevi materyalleri, diğer yandan zebra derisi gibi lüks, az bulunan egzotik materyalleri kullanmışlardır. Aslında, modern nesneleri doğadaki formlardan aldıkları ilhamlarla yoğurmaya çalışmalarıyla “eski” motifler ve “yeni” malzemeler arasında bir nevi oyun kurgusu yaratmışlardır.
Art Deco'nun İlk Örnekleri
Fransa menşeili bu avangart akımın atmosferinin derinlemesine hissedildiği yapıların ilk örneklerinden biri New York’ta bulunan Madison Belmont Binası’dır. Daha kapıdan içeri girmeden zigguratların basamaklı piramitlerini hatırlatan motifleri; parlak ve kontrast renkleriyle size lüks bir hayat vadettiğini hissettirir. Bu etki içeri girdiğinizde de devam eder ve mobilyalardan tavana, kapı süslerinden sanat objelerine kadar her noktadan yansıyan bu ışıltılı hayat gözlerinizi kamaştırır.
Görsel 2-6 New York’ta Edgar Brandt’ın 1924-1925 inşa ettiği Madison Belmont Binası.
Gelelim yazının başındaki soruların cevaplarına. Okların bir kısmı bu akımın en çarpıcı örneği olan Chrysler Binası’nın çatı basamaklarına, simetrik cephelerine, kapılarının desenlerine yöneltilmiş durumda.
Görsel 7 Chrysler Binası.
Chrysler Binası, Mimar William Van Alen tarafından Amerika’nın dev otomotiv firması olan Chrysler’in kurucusu Walter Percy Chrysler için 1927-1930 yılları arasında New York’ta inşa edilmiştir. Empire State Binası’ndan önce dünyanın en yüksek yapısı unvanına sahip yapıdır. Taşıyıcı çelik sistemi, paslanmaz çelik kaplamaları ve Otis asansörleriyle makine çağının yeniliklerini kucaklayan yapı, yeni çağa “eski”yi unutmadan göz kırpar. Chrysler Binası’nın asansörleri son teknolojidir ama kaplaması Antik Mısır kültüründe oldukça önemli bir yere sahip olan egzotik palmiye bitkisine ait desenlerden esinlenerek oluşturulmuştur. Başınızı biraz daha yukarı kaldırırsanız çatı basamaklarında gizlenmiş Art Deco figürlerini görebilir, biraz daha dikkatli bakınca çatıdaki formun Antik Mısır tapınakların formlarını anımsattığını fark edebilirsiniz!
Görsel 8 Chrysler Binası'nın asansörü ve Antik Mısır'dan parşömen örneği.
Cartier’nin 1927 yılında tapınak formunda ürettiği saat ise okların bir diğer hedefi olarak karşımıza çıkıyor. Solda, ünlü mücevherler kralı Cartier’in 1927 yılında dev tapınaklardan esinlenilerek üretilmiş olan Art Deco saati, sağda ise Mısır’da MÖ 30 yılında Roma İmparatoru Augustus’un inşasını başlattığı Kalabsha Tapınağı’nın Berlin Müzesi’nde sergilenen kapısnı görüyorsunuz. Sizce de “küçük” ölçek oyunları ve hiyeroglifleriyle birbirleriyle konuşmuyorlar mı?
Mine Yesiralioğlu. 2018 yılında İzmir Yüksek Teknoloji Enstitüsü’nde tamamladığı mimarlık eğitiminin ardından İstanbul’a dönerek hep hayalini kurduğu yüksek lisans eğitimine İstanbul Teknik Üniversitesi Mimarlık Tarihi Bölümü’nde başladı. Şu anda eğitimine devam ediyor. Boğaz’da uzun yürüyüşler yapmaya; sokaklara, tarihi yapılara, gökyüzünü ve denizi seyretmeye hayran bir mimar. Şehrin görsel boyutlarında kaybolarak fotoğraf çekmeyi, okumayı, sohbet etmeyi, müze gezmeyi, seyahat etmeyi, pilates yapmayı ve en çok da gülmeyi seviyor.
Siyaset felsefesi ve tarihi açısından Nizamü'l-Mülk'ün "Siyasetnamesi" ile Machiavelli'nin "Prens"i birçok defa karşılaştırılmıştır. Ancak bu defa, zaman üzerinden yola çıkarak tarihsel bir okuma yapılmamıştır. Tarihsel metinler, günümüzdeki bir mimarın gözünden mekânsal olarak ele alınmıştır.
Devamını okuAhmet Doğu İpek’in Arter’de yer alan “Başımızda Siyahtan Bir Hâle” isimli sergisi sanatçının 2020–2022 yılları arasında farklı mecraları kullanarak ürettiği eserleri bir araya getiriyor. Heval Zeliha Yüksel, farklı duyulara ve sayısız deneyime açık olan sergiyi Ahmet Doğu İpek ile gezerek sergiye dair izlenimlerini yazdı.
Devamını oku