Menü

Anasayfa / Blog

“Şimdi Hepimiz Edward Hopper’ın Resimleriyiz”
İskele Blog 19 Haziran 2020
Ekin Gökçe Adıgüzel

“Şimdi Hepimiz Edward Hopper’ın Resimleriyiz”

Karantinada olduğumuz bu günlerde bir sanatçı var ki sosyal medyada sık sık karşımıza çıkar oldu: Amerikalı Ressam Edward Hopper. Peki neden özellikle Edward Hopper’ın resimleri?

Hopper “Büyük sanat, sanatçının içsel yaşantısının dışsal ifadesidir ve bu içsel yaşantı sanatçının kişisel dünya vizyonu olarak ortaya çıkar.” diyerek ifade ediyor sanat görüşünü.

Edward Hopper, Office in a Small City, 1953.

Covid-19 salgını nedeniyle insanlar ile aramıza mesafe koyduğumuz bir dönem geçiriyoruz. Her ne kadar çevremizdekilerle aynı duyguları hissetmesek de görsel bir imgeye ihtiyaç duyuyoruz. Yalnızlığımızın, karamsarlığımızın üstesinden gelmemize yardım etmeye çalışacak görsel bir dil arıyoruz. Yazar Michael Tisserand’ın “Şimdi hepimiz Edward Hopper’ın resimleriyiz” yazısının bu denli dikkat çekmesi dikkat çekmesi de bundan kaynaklanıyor. Hissettiğimiz tüm duyguların dışavurumunu görmek olumlu ve olumsuz pek çok hissiyata sebebiyet veriyor. Gördükleriniz belki size tanıdık geldiği için rahatlıyor, bir destek hissediyorsunuz. Belki de resimdeki insanlar gibi olma korkusu yaşıyorsunuz. Her halükarda bu resimler insanın kendi hislerini anlaması ve farkında olması durumunu yaratıyor.

Sanat tarihçisi Deborah Lynos’un dediğine göre de, “Hopper’ın eserlerinin detaylardan arınmış basitliği, kendi yaşamlarımızın ayrıntılarını onun eserlerine yansıtmamıza olanak veriyor.”

Edward Hopper, Early Sunday Morning, 1930.

1882’de New York’ta doğan Edward Hopper, toplumcu gerçekçiliğin en önemli sanatçılarından biri. Hopper; kendisine yabancılaşmış, dış dünyadan soyutlanmış, çaresiz insanları resmetmiştir. Sanayileşmenin gelişmesiyle birlikte yalnızlaşan bireyi öne çıkarmaya çalışmış ve bireyin modernizm ile kurduğu ilişkiyi irdelemiştir. Modern dünyanın gelişimi ile bireyin toplum içinde değişen konumunun üstünde durmaya çalışan ressamın resimlerinde gündelik hayatın her mekanında bir yabancılaşma durumu söz konusudur. Konut, restoran, otel, sinema salonu, benzin istasyonu. Şehirler neredeyse terk edilmiş gibidir. Sokaklar ıssız, binalar boş. İnsanlar ise yalnız. İster tek olsunlar ister birden fazla, Hopper’in aktarmak istediği bireysel bir yalnızlıktır. Bu insanlar mekanların içerisinde sıkışıp kalmış, kendi hayal dünyalarına dalmış, umutsuz bir bekleyiş içindedir.

Edward Hopper, City Sunlight, 1954.

“City Sunlight” adlı eserinde bu bekleyişi görmek mümkün. Figürün pencerenden dışarıya doğru bakışından, boynunun gerginliğine kadar pek çok detayda çaresiz bir durumda olduğu anlaşılmakta. Savunmasız bir halde sandalyesinde oturuyor. Bir şeyi bekliyor ama ne olduğunu bilmiyor. Kullanılan renkler, ışık ile birlikte figürün içsel yalnızlığı daha da belirginleşiyor. 

Edward Hopper, Room in New York, 1932

“Room in New York” adlı eserinde ise, aynı oda içerisinde bulunan bir çifti resmetmiş Hopper. Odanın boyutunun küçük olmasından ötürü birbirlerine yakın otursalar dahi aralarındaki uçurumu görmek mümkün. Mekanın bu kadar küçük olması, pencereden bu ana şahit olmamız sıkışmışlık hissini güçlendiriyor. İkisi de kendi dünyalarına gömülmüş, iletişimsizlikleri rahatça okunmakta. İzleyici ise aslında özel hayatı gözetleyerek röntgenci konumunu düşebilecekken Hopper bu yalnızlığa bir tanık arıyor. Çoğunlukla tanıdık hisleri paylaşan o tanıklar ise biziz.

Sadece bu iki resimde bile kendi yaşamımızdan pek çok yansıma görmek mümkün. Bu dönemde çevremize sınırlar çektik. İnsanlarla mesafemizi olması gerektiği gibi koruyoruz. Balkondan ya da pencerelerden birbirimizi izliyoruz. Çoğunlukla da telefon, bilgisayar çerçevelerine kendimizi kaptırıyoruz. Birbirimize destek olmaya çalışıp bu zorlu dönemi atlatmaya, hayatta kalmaya çalışıyoruz. “Edward Hopper’ı resimleri” olmamak için bir mücadele içerisindeyiz. Yine de aynı sorular hep aklımızda. Bu soruların cevaplarını aramaya çalışıyoruz. Bu dönemi atlattıktan sonra eskisi gibi olabilecek miyiz? Sosyalleşme kavramı tekrardan dağarcığımıza girecek mi? Koyduğumuz sınırlar eriyip gidecek mi? Yoksa bir duvar haline dönüşüp yerini sağlamlaştıracak mı?

Edward Hopper Resimlerinde Amerikan Günlük Hayatının ve Modern Yaşamın İzleri, Altay Aldoğan

'We are all Edward Hopper paintings now': is he the artist of the coronavirus age?, Jonathan Jones

Ekin Gökçe Adıgüzel. 2019 yılında İstanbul Bilgi Üniversitesi İç Mimarlık bölümünü tamamladı. Mobilya tasarımı üzerine çalışmalar yapıyor. Aynı zamanda özel ilgi alanı olan sanat tarihiyle ilgili okumalar yapıyor. 

sanat



Benzer İçerikler

Tarihi Metnin Mekânsal Okuması: Machiavelli vs. Nizamü’l-Mülk
Eren Can Altay İskele Blog
Tarihi Metnin Mekânsal Okuması: Machiavelli vs. Nizamü’l-Mülk

Siyaset felsefesi ve tarihi açısından Nizamü'l-Mülk'ün "Siyasetnamesi" ile Machiavelli'nin "Prens"i birçok defa karşılaştırılmıştır. Ancak bu defa, zaman üzerinden yola çıkarak tarihsel bir okuma yapılmamıştır. Tarihsel metinler, günümüzdeki bir mimarın gözünden mekânsal olarak ele alınmıştır.

Devamını oku
Ahmet Doğu İpek’in Başımızda Siyahtan Bir Hale Sergisi Üzerine İzlenimler
Heval Zeliha Yüksel İskele Blog
Ahmet Doğu İpek’in Başımızda Siyahtan Bir Hale Sergisi Üzerine İzlenimler

Ahmet Doğu İpek’in Arter’de yer alan “Başımızda Siyahtan Bir Hâle” isimli sergisi sanatçının 2020–2022 yılları arasında farklı mecraları kullanarak ürettiği eserleri bir araya getiriyor. Heval Zeliha Yüksel, farklı duyulara ve sayısız deneyime açık olan sergiyi Ahmet Doğu İpek ile gezerek sergiye dair izlenimlerini yazdı.

Devamını oku
Paylaş
EN