Mimarlık nasıl
mekanı üreten ve şekillendiren bir disiplin ise sinema da bu anlamda mimarlıkla
kesişir niteliktedir. Her ikisi de mekan ve zaman aracılığıyla bir gerçeklik
inşa etmeyi amaçlar. Sinema ve mimarlıktaki gerçeklik tartışması, en başta
fiziksel ve kültürel bağlamın sorgulanmasını sağlamıştır.1 Bu
sorgulama, yeniden kurgulamayı ve yeniyi üretmeyi mümkün kılmıştır. Hem
mimarlıkta hem de sinemada olayları, mekanları kurgulamak ve kurmak konusunda
yeni yaklaşımların varlığı ortaya çıkmıştır.
Mimarlıkta olduğu gibi, sinemada da mekan sadece biçimsel değil, kavramsal,
duyusal, zamansal gibi farklı boyutlarda kurgulanmaktadır. Mekanın biçimsel ve
kavramsal kurgusu bir yaşam kültürü oluşturur. Sinema ise mekanda var olan
yaşam kültürünü dışarıdan bir gözle seyirciye aktarır. Mekan, kurgusuna bağlı
olarak korku, neşe, sıkıntı, üzüntü gibi farklı duygular hissettirebilir.
Filmlerde dinamizm, dinginlik gibi tematik özellikler tek başına ele alındığı
gibi bazen de bu kavramlara birlikte yer verilerek karşıtlık vurgulanmaktadır.
Sıra dışı tarzı ile Tim Burton, filmlerinde bu karşıtlığı ele alan bir yönetmen
olarak biliniyor. Filmlerinde karanlık ve aydınlık, korkutucu ve davetkar gibi
kavramlar üzerinden çelişkilerle dolu bir dünya kurar. Hayatı hem kibar hem de
trajik, güzel ama acımasız, komik aynı zamanda da rahatsız edici olarak
gösterir. Örneğin, Charlie and the Chocolate Factory (Charlie’nin
Çikolata Fabrikası) filminde rasyonel kent ve fantastik fabrika, Alice
in Wonderland (Alice Harikalar Diyarı’nda) filminde Londra kenti ve
kentin altındaki harikalar diyarı, Big Fish (Büyük Balık) filminde
ise büyük şehirler ve Spectre kasabası bir arada yer almıştır.
Modern
dünyanın sunduğu steril, tek tip yaşamın aksine farklılığın, çeşitliliğin
varlığı Tim Burton filmlerinin sadece karakterlerinde değil, mekanlarında da
fark edilmektedir. Filmlerinde karakterlerin özelliklerini ve duygu durumlarını
yaşadıkları mekana yansıtan bir tavır sergiledikleri görülmektedir. Bunun yanı
sıra Burton, popüler sürrealist denilebilecek manipüle edilmiş, itici, deforme,
tekinsiz mekan ve karakter tasarımları ortaya koyarak modernizmin yalıtılmış
kontrollü mekanlarını ve karakterlerini eleştirmektedir. Modern gelenekselliğin
dışında kabul edilen bu tasarımların yabancılaşmış ögeler olması dolayısıyla
Burton’ın grotesk bir tarzının olduğu söylenmiştir. Filmlerinde ekspresyonizm,
kübizm gibi akımların ve gotik üslubun etkileri görülse de kendine has özellikleri
nedeniyle tarzı ‘Burtonesque’ olarak tanımlanmıştır.2
Big Fish (Büyük Balık) filmindeki Spectre kasabasının steril, kontrollü, aşırı tanımlanmış hali adeta modernizmin temsili niteliğindedir. Mutluluğun hüküm sürdüğü bir kasaba olan Spectre’nin ana karakter tarafından cazip bulunmayıp terk edilmesi de modernizme dair bir eleştiri olarak kabul edebilir. Çünkü ideallerin yanında rastlantıların ve belirsizliklerin de olduğu bir yaşam karakter için daha caziptir.
Spectre Kasabası, Big Fish (Büyük Balık), 2003, IMDB.
Sinema ve
mimarlıkta genellikle görsellik ön planda tutularak kavramsal boyut göz ardı
edilmektedir. Ancak hem sinemada hem de mimarlıkta mekan, sadece fiziksel
olarak değil, duyusal olarak da algılanması için kurgulanır. Dolayısıyla, mekan
birden fazla duyuya hitap etmektedir. Tim Burton da kendine has üslubuyla
sadece karakterler üzerinden değil, mekanlar üzerinden de seyirci ile yoğun
duyusal bir bağ kurmaktadır.
Modernizm, bireysel becerilerin ve yaratıcılıkların yok sayıldığı, standardize
edilmiş ve prototipleştirilmiş bir yaşam kültürü sunar. Tim Burton kendi hayat
tecrübelerinin de etkisiyle genellikle modern yaşam kültürüne eleştirel
yaklaşmıştır. Filmlerindeki sıra dışı tarzı bu yaklaşımının tezahürüdür. Modern
yaşam kültürü, gündelik yaşamdaki raslantısallıkları da barındırmalıdır. Burton
da kurgularında böyle bir kültürün daha zengin, canlı ve hareketli olacağını
vurgulamaktadır.
Tim Burton’ın hayal dünyası bazıları için tuhaf ve rahatsız edici olsa da kendine has üslubuyla izleyicisine ulaşmaktadır. Onun evreni, dışlanmış karakterlerle dolu olmasına rağmen korkutucu olmaktan ziyade çekici olduğu söylenebilir. Aykırı görünen, dışlanmış karakterlerini, onları yargılamadan kabul edecek mekanlarıyla var etmektedir. Genellikle mutlu sonla bitirdiği filmlerinde farklı olmanın dışlanmışlık olmadığını vurgulayarak modernizmin kalıplarını yıkmaktadır.
Siyaset felsefesi ve tarihi açısından Nizamü'l-Mülk'ün "Siyasetnamesi" ile Machiavelli'nin "Prens"i birçok defa karşılaştırılmıştır. Ancak bu defa, zaman üzerinden yola çıkarak tarihsel bir okuma yapılmamıştır. Tarihsel metinler, günümüzdeki bir mimarın gözünden mekânsal olarak ele alınmıştır.
Devamını okuAhmet Doğu İpek’in Arter’de yer alan “Başımızda Siyahtan Bir Hâle” isimli sergisi sanatçının 2020–2022 yılları arasında farklı mecraları kullanarak ürettiği eserleri bir araya getiriyor. Heval Zeliha Yüksel, farklı duyulara ve sayısız deneyime açık olan sergiyi Ahmet Doğu İpek ile gezerek sergiye dair izlenimlerini yazdı.
Devamını oku