Menü

Anasayfa / Blog

Le Corbusier'nin 3 Hali
İskele Blog 09 Ekim 2020
Elif Kan

Le Corbusier'nin 3 Hali

Modülar, Brütal, Doğal

Mimarlığı değiştiren, geliştiren, çekip çevirip yeniden yorumlayan hepimizin kulağının aşina olduğu isimler vardır. Antoni Gaudi, Alvar Aalto, Zaha Hadid ve niceleri... Kendi ismi ile pek tanıyamasak da Charles-Edouard Jeanneret bu isimlerin önde gelenlerinden biri. Saat ustası bir babanın ve piyano öğretmeni bir annenin oğlu olarak İsviçre’de dünyaya gelen Jeanneret, 1917’de Paris’e taşınması ile başladığı macerasında kısa sürede hepimizin bildiği Le Corbusier’ye dönüşür. Gençlik yıllarından bu yana şehir planlama, peyzaj, resim, mimari, heykel ve mobilya tasarımı gibi birçok alanda çalışan Le Corbusier’ye bir nevi 20. yüzyıl mimarisi ve modernizmin yaratıcısı diyemez miyiz?

Betonu “çıplak” halde ilk kez bilinçli olarak kullanan Corbu (üniversitede bir hocam böyle derdi, hep çok hoşuma gitmiştir), yapılarında kolonları görünür şekilde kullanarak duvarların yükünü alır. Bu sayede yapılarını hafifletir, tasarımı dört duvar arasında kalmaktan kurtarır ve özgürleştirir! 


“Yeni makine çağındaki teknolojilerin ve değerlerin şiirsel ve çoğunlukla kışkırtıcı yorumcusu.” 

Mimarlık Tarihçisi Kenneth Frampton


Le Corbusier’ye göre güzelliğin iki yolu vardır: Oransal geometri, form ve işlev arasındaki ilişki. Geleneksel süsleme ve bezemeler yerine sade ve beyaz cepheleri savunan mimar, kendisinin de öncüsü olduğu yeni mimari için 1923 yılında “Yeni Bir Mimariye Doğru” kitabını yayımlar. Le Corbusier’nin yapılarında uyguladığı ve mimarlığa yaklaşımını özetleyen 5 temel ilke; pilotiler üzerinde yükselen, bant pencereler kullanılan, serbest plana ve serbest cephe planına sahip yapılar tasarlamak ve bu yapıların çatılarını teras olarak kullanıma açmak olmuştur.

Villa Savoye, Fransa Poissy, 1929

Le Corbusier, günümüzde “İdeal Villalar” olarak da bilinen yapılarını bu temel ilkeleri üzerinden inşa etmiştir. İdeal Villaların da en ünlüsü olan Villa Savoye kolonlar üzerinde yükselen dikdörtgen prizmadan oluşan ve alışılmış villa tasarımlarının dışına çıkan bir yapıdır. Geniş bir korunun içinde bulunan boş arazide yükselen Villa Savoye, etrafındaki boşluğu vurgulayan bir tavır sahibidir. Araziye bakıldığında ilk olarak dikdörtgen kütlesi göze çarpar. Yükün kolonlara aktarılması ile neler yapılabileceğini hepimize gösterir.


Purizm başyapıtı sayılan Villa Savoye, cephesinde olduğu gibi iç mekanında da akımın etkilerini taşır. Bembeyaz bir kütleden oluşan cephe, kolonlar sayesinde yükseltildiği için uzaktan bakıldığında havada süzülüyormuş hissi yaratır. Birbiri içerisine giren iç mekanlarının yanında sadece giriş alanı yapının dış görünüşüne tezat olarak ziyaretçiye heykelsi bir atmosfer yaşatır. Yapının ilk görüşmelerinde Savoye ailesini daha kolay yapılacağını söyleyerek zor ikna ettiği düz çatısındaki terası bir dış oda gibi işler.

Terasa açılan iç mekan

“Sandalyeler mimariye aittir, kanepeler ise burjuvaya.” 
Le Corbusier

Cephenin bütünlüğünün bozulmaması için terasın önünü kapatacak bir duvar inşa etmiştir, duvarın içerisinde de çoğu yapısında rastladığımız “zen penceresi” olarak adlandırdığı duvara gömülü manzaraya bakış açıklığı bulunur. Manzaraya bile kendi planladığı açıdan bakmamızı isteyen Le Corbusier, evin sahibi Madam Savoye’nun oturma odasına istediği koltukları yerleştirmesine bile izin vermez. Aile içinde yaşamaya başladıktan sonra düz çatı beklenildiği gibi sıkıntı çıkarır, şiddetli yağıştan sonra odalar su almaya başlar. Hatta söylentilere göre Savoye ailesinin oğlu bu sebepten zatürre olur ve aile mimara konu hakkında şikayetlerini iletir. Bir çözüme varılamadan II. Dünya Savaşı’nın başlaması ile evden taşınırlar ve bir daha dönmezler. Savaş sonrası tahrip olan yerleri onarılan yapı, müze olarak kullanıma açılır. Villa Savoye, Le Corbusier’nin temel ilkeleri göze alınınca form olarak başarılı bir örnek olsa da yaşamak için değil, seyretmek için var olan bir yapı olarak hayatını sürdürmektedir.


“Bir şey bir ihtiyaca cevap veriyorsa güzeldir.” 
Le Corbusier


20li yaşlarında Viyana, Paris gibi Avrupa kentleri ve Akdeniz’e yaptığı seyahatlerinden sonra bu coğrafyaların mimari dokusu ile yakından ilgilenir. İklimsel farkların yöreye özgü mimari yaratması fikri ile yakından ilgilenen Le Corbusier yaptığı gözlemler doğrultusunda mimarlığın ihtiyaca cevap vermesi gerektiği fikrini benimser. “Bir şey bir ihtiyaca cevap veriyorsa güzeldir” diyen mimar bu sözleri ile İşlevselcilik akımının temellerini atmıştır. İçinde yaşadığı dönemin ve koşulların bu akımı savunmasında etkisi büyüktür. 19. yüzyılda endüstrinin hızla geliştiği Paris’te yaşayan Corbu, kentte artan nüfus yoğunluğunun yaşam koşullarını nasıl olumsuz yönde etkilediğini yakından gözlemler. Bunun üzerine II. Dünya Savaşı sonrasında ortaya çıkan barınma ve sığınma ihtiyaçlarına cevap verecek, hızlı inşa edilecek toplu konutlar üzerinde çalışmaya başlar. 

Cité Radieuse, Fransa Marsilya, 1947-1952

Unite d’habitation, yani barınma ünitesi olarak dilimize çevrilen bu yapılar günümüzde var olan en ünlü toplu konut projelerinden biridir.. Savaş sonrası evsiz kalan Fransızlar için inşa edilen bu konutlar, Le Corbusier’nin yaşadığı zamanın gelişmeleriyle yakından ilgilendiğinin de güzel örnekleridir. Savaş zamanında gördüğü transatlantiklerden çok etkilenen mimar, bu gemilerin içerisinde kalan insanların bütün ihtiyacını karşılayabilecek kapasitede olması fikrine adeta tutulur ve kendi de toplu konut projelerinde bunu hayata geçirmek ister. İşte bu hayal ile hayatlarımıza yeni bir kavram daha katar: Yaşayan Makineler!

Transatlantik esintilerini okuyabildiğimiz ortak alanların bulunduğu çatı

“Mimarlar, okulda öğretilen sınırlı bilgilerle yetinerek, yeni inşa kurallarını bilmeden yaşıyorlar ve anlayışlarını, öpüşmek üzere olan güvercin süslemelerinin ötesinde, bilinçli olarak geliştirmiyorlar. Öte yandan, yolcu gemilerinin yapan yürekli ve bilgili kişiler, katedrallerin, yanlarında küçücük kaldığı saraylar yapıyorlar sonra da suya atıp yüzdürüyorlar.” 

Le Corbusier

Alışveriş için dükkanların bulunduğu kattan bir görünüş.

Brütalizm özellikleri taşıyan yapıda beton kalıbından çıkarıldığı gibi işlenmeden kullanılmıştır. Asıl dikdörtgen prizma kütle ve bir merkeze takılan konut modüllerinden oluşur. Bu modülleri birbirine bağlayan koridorların da sokak gibi çalıştığı belirtilir. Yapı, 12 kattan ve 23 farklı konfigürayonu 337 daireden oluşur, ayrıca 1600 kişi barındırma kapasitesine sahiptir. Cité Radieuse'un bünyesinde, yüzme havuzu, anaokulu, spor salonu, revir, küçük bir sahne ve yaşayanların alışveriş yapabileceği dükkanlar bulunur. Le Corbusier, binayı içinde yaşayanların her ihtiyacına cevap verebileceği şekilde planlamış ve onlar için bina ölçeğinde bir şehir yaratmıştır. Toplu konut projesinin komünal yaşama dönüştürülmüş halidir biraz da. 


Etrafındaki geniş bahçede bulunan dev ağaçlar sebebiyle ilk olarak yapının uzaktan yeşillik üzerinde asılı duran renkli balkonları görülür. Yaklaştıkça bir anda beliren beton yapı, sert ve heybetli duruşuyla yakınında olan insana kendisini küçücük hissettirir bir nevi. Ön ve arka cephesini oluşturan uzun cepheler doğu ve batı yönlerine bakar, bu cephelerden gün doğumu ve batımında ışık alır. Kuzey ve güneye bakan dar cepheleri ise tamamen kapalıdır. Sadece bir tarafında yapının yarısına kadar yükselen heykelsi döner merdiven ve kapısı bulunur. Kolonlar üzerinde yükselen yapı, bu kolonlar arasında sokaklar yaratarak binanın altının sokak olarak kullanılmasına imkan tanır. Sonraları deliler evi olarak da anılmaya başlandığı, bazı kaynaklarda Le Corbusier’nin her şeyi bu kadar planlamakla hata yaptığını, her şeyin onun planladığı gibi olamayacağını kabul ettiği bir yapısı olduğu, hatta sonradan Villa Savoye’daki her kararı kontrol isteğine tezat olarak “Haklı olan mimari değil, hayattır.” yorumunu yaptığı bilinir.

Yüksek Mahkeme Binası, Hindistan Chandigarh (Fotoğraf: Roberto Conte)

Mimarlıktan, ressamlığa ve mobilya tasarımına kadar uzanan tasarım hayatında en büyük hayallerinden biri de bina ölçeğinde bile gerçekleştirmeyi kafaya koyduğu şehir planlamasıdır. Brüksel, İstanbul, Roma gibi Avrupa şehirlerini gezip şehir dokularını inceleyen Le Corbusier’nin kendi prensiplerine göre bir şehir planlama hayallerini gerçekleştirmesi 1948’de Hindistan’ın ikiye bölünmesi ile gerçekleşebilir hale gelir. Önceki başkenti Lahore’yi Pakistan’a bırakmasının ardından Başbakan Jawaharlal Nehru yeni ve modern bir başkentin inşasına öncelik verir. Düşünülen mimarların yaşadığı talihsizlikler sonucu bu konuda oklar Le Corbusier’ye döner. Yeni şekillenen bir şehrin temellerini atma fırsatı karşısında heyecanlanan mimarın, Chandigarh’da inşa ettiği meclis binası, hükümet sekreterliği, yargıtay binası gibi yapılardan sonra serüveni Ahmedabad’a uzanır.

Villa Shodhan, Hindistan Ahmedabad, 1951-1956


Özel mülk olarak hala kullanılan Ahmedabad’da yaptığı iki villadan biri olan Villa Shodhan, izlerini taşıdığı modernizm akımını bize çok açık şekilde aktarır. Parasol çatı ve mekanlar arasındaki akış ile diğer yapılarından farklı olarak de stijl’in etkilerini de görebiliriz. Yapıda bulunan küp şeklindeki betonarme yapının cephesindeki açıklıklar çevresine, iç mekanın ışık alma ihtiyacı için, yapıdan uzayan brise-soleil yani güneş kesicileri direkt ışığı engellemek için yerleştirilmiştir. Hindistan’da yaptığı çalışmalar sonucu iklime hakim olan mimar, sıcak havayı dağıtmak için yapıda yarattığı geniş açıklıklar ve mekanlar arasındaki geçişler ile rüzgarı içeri almayı ve dolaştırmayı hedefler. Tasarım ve doğanın birlikte düşünüldüğü bu yapı rüzgarın yanında ışık, yağmur ve bitkilerle ile bütün olarak kurgulanmıştır. 

Villa Savoye’un Hisdistan’da tekrar yorumlanmış hali olarak da görebileceğimiz Villa Shodhan, tasarımının plastisitesi ve bunun getirdiği özgürlük açısından Savoye’dan farklılaşır. Villa Savoye’nın yerleştiği boşluğu vurgulayan ancak onunla ilişki kurmayan brüt kütle halindeki duruşu Villa Shodan’da doğayla ve etrafındaki çevre ile birleşir. Mimarlığın erkek doğası olarak da anılan Shodan bu lakabını keskin, köşeli, güçlü geometrik yapım şeklinden alır. Maskülen havasını ilk bakıştan fark edebiliriz. 

Le Corbusier’nin sanat okulu ile başlayan tasarım hayatının şehirlerin imza niteliğini taşıyan yapılara kadar uzandığını görürüz. Yakın dostu olarak bilinen Salvador Dali bile yapılarını çirkin ve kabul görülemez olarak eleştir ancak tasarımlarının günümüz mimari anlayışına ve yapım tekniklerine katkısını hiçbirimiz göz ardı edemeyiz. İdeal Villaları ile başladığı uçucu, yerden kopan yapıları mimarın son yapılarında ayakları yere basan ve bulunduğu yer ile birlikte var olur hale gelen yapılara evrilmiştir. Onun için acımasız yorumlar yapan dostu Dali’nin de mezarına çiçekler götürdüğü bilinir.

Okuma önerileri

Modulor (2 cilt), Le Corbusier Atina Anlaşması, Le Corbusier Bir Mimarlığa Doğru, Le Corbusier Şehircilik, Le Corbusier Beton, Brut and Ineffable Space, Le Corbusier

Arkitera Mimarobot Wannart Archeetect


Elif Kan. İstanbul Bilgi Üniversitesi İç Mimarlık Bölümü’nden 2019 yılında mezun oldu. Mimarlık tarihi, görsel kültür ve görsel iletişim alanlarında çalışmalarına devam ediyor.

Mimari Le Corbusier


Benzer İçerikler

Tarihi Metnin Mekânsal Okuması: Machiavelli vs. Nizamü’l-Mülk
Eren Can Altay İskele Blog
Tarihi Metnin Mekânsal Okuması: Machiavelli vs. Nizamü’l-Mülk

Siyaset felsefesi ve tarihi açısından Nizamü'l-Mülk'ün "Siyasetnamesi" ile Machiavelli'nin "Prens"i birçok defa karşılaştırılmıştır. Ancak bu defa, zaman üzerinden yola çıkarak tarihsel bir okuma yapılmamıştır. Tarihsel metinler, günümüzdeki bir mimarın gözünden mekânsal olarak ele alınmıştır.

Devamını oku
Ahmet Doğu İpek’in Başımızda Siyahtan Bir Hale Sergisi Üzerine İzlenimler
Heval Zeliha Yüksel İskele Blog
Ahmet Doğu İpek’in Başımızda Siyahtan Bir Hale Sergisi Üzerine İzlenimler

Ahmet Doğu İpek’in Arter’de yer alan “Başımızda Siyahtan Bir Hâle” isimli sergisi sanatçının 2020–2022 yılları arasında farklı mecraları kullanarak ürettiği eserleri bir araya getiriyor. Heval Zeliha Yüksel, farklı duyulara ve sayısız deneyime açık olan sergiyi Ahmet Doğu İpek ile gezerek sergiye dair izlenimlerini yazdı.

Devamını oku
Paylaş
EN